
Feragat ve kabulün şekli
HMK Madde 309
(1) Feragat ve kabul, dilekçeyle veya yargılama sırasında sözlü olarak yapılır.
(2) Feragat ve kabulün hüküm ifade etmesi, karşı tarafın ve mahkemenin muvafakatine bağlı değildir.
(3) Kısmen feragat veya kabulde, feragat edilen veya kabul edilen kısmın, dilekçede yahut tutanakta açıkça gösterilmesi gerekir.
(4) Feragat ve kabul, kayıtsız ve şartsız olmalıdır.
6100 sayılı Kanunda Yer Alan Madde Gerekçesi
Maddenin birinci fıkrası, 1086 sayılı Kanunun 93 üncü maddesinin karşılığıdır. Bu fıkrada feragat ve kabul işleminin belli bir geçerlilik şekline tâbi olmadığı, mahkemeye yöneltilmiş bir irade beyanı olarak yapılmasının yeterli olduğu vurgulanmıştır.
İkinci fıkra ile feragat ve kabulün, karşı tarafın veya mahkemenin muvafakatine bağlı olmadığı, böylece tek taraflı irade açıklamasıyla sonuç doğuracağı belirtilmiştir. Yargılama sırasında taraf usul işlemi olarak ortaya çıkan feragat ve kabulün, davaya son veren işlem olarak hüküm ifade edebilmesi için, irade beyanlarında hiçbir tereddüdün bulunmaması gerekir.
Maddenin son fıkrasında açıklanan kurala göre, feragat ve kabulün kayıtsız ve şartsız yapılmış olması gerekir. Zira, kayıt ve şarta bağlı beyanlarda, kısmen de olsa ihtilaf devam ettirilmekte ve böylece davaya son veren işlem tamamlanmamaktadır.
HMK Madde 309 Feragat ve kabulün şekli
Yargıtay İçtihatları
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/2206E. , 2018/1940K.
- HMK Madde 309
- Feragat ve kabulün şekli
MAHKEMESİ :Aile Mahkemesi
Taraflar arasındaki “boşanma” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Kayseri 2. Aile Mahkemesince “feragat nedeniyle davanın reddine” dair verilen 09.06.2011 tarihli ve 2011/256 E., 2011/549 K. sayılı karar davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 21.05.2012 tarihli ve 2011/16798 E., 2012/13707 K.sayılı kararı ile;
“…Feragat ve kabul kat’i bir hükmün hukuki neticelerini hasıl eder (HUMK. md. 95, HMK. md. 307). Bu işlemin yetkisiz mahkeme önünde yapılmış olması o işlemi geçersiz hale getirmez. Ancak davanın feragat ile sonuçlandığı bu sebeple reddi yönündeki karar bir tespit kararıdır. Feragatın usul hükümlerine uygun yapıldığını, bununla davanın son bulduğunu tespit eder. Bu nedenle temyizi kabildir. Karar tarafların yararına veya zararına sonuç doğuracak nitelikte olduğundan yetkili mahkemece ittihazı zorunludur. Davalı süresinde yetki itirazında bulunmuş, davacı ise davadan feragat etmiştir. Yetki itirazı ilk itirazlardan olup her şeyden önce bu hususun hadise şeklinde incelenmesi lazım gelir (…md.116-130). Yetki uyuşmazlığı çözülmedikçe feragat sebebiyle hüküm tesis edilemez. Feragat sebebiyle dava ancak yetkili mahkemece karara bağlanabilir. Açıklanan nedenlerle hükmün bozulması gerekmiştir …”
gerekçesiyle oy çokluğuyla karar bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek temyiz dilekçesinin süresinde verildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, evlilik birliğinin sarsılması hukuki sebebine dayalı (TMK 166/1 m.) boşanma davasıdır.
Davacı, davalının annesi ile kız kardeşinin evliliğe müdahale ettiğini, davalının da onların etkisinde kaldığını, bu durumun evlilik birliğini çekilmez hâle getirdiğini ileri sürerek boşanma kararı verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı kadın süresinde verdiği cevap dilekçesinde, davanın yetkisiz mahkemede açıldığını, yetkili mahkemenin Ürgüp Aile Mahkemesi olduğunu, öncelikle yetkisizlik kararı verilmesi gerektiğini, davanın esasına ilişkin olarak ise fiziksel şiddet uygulayan, başka kadınlarla ilişki kuran ve birlik görevlerini yerine getirmeyen davacının kusurlu olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
Davacı 09.06.2011 tarihli duruşmada imzalı beyanıyla davadan feragat ettiğini bildirmiştir.
Mahkemece; davacının davadan feragat etmesi sebebiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Davalı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık kısmında gösterilen gerekçe ile oy çokluğuyla bozulmuştur.
Yerel mahkemece bozma kararının usul ekonomisine ve feragatin kesin hükmün sonuçlarını doğurma özelliğine aykırı olduğu belirtilerek direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı davalı vekilince temyiz edilmiştir.
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; boşanma davasına konu olayda davacının davadan feragat etmesi hâlinde, davalı tarafından süresinde yapılan yetki ilk itirazının incelenmesinin gerekip gerekmediği, burada varılacak sonuca göre, davanın feragat nedeniyle reddine karar verilmesinin doğru olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümlenmesinde öncelikle ilke olarak feragat beyanının niteliği üzerinde durulmalıdır.
Davaya son veren taraf işlemlerinden biri olan feragat, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 307. maddesinde ifade edildiği üzere davacının, talep sonucundan kısmen veya tamamen vazgeçmesidir (mülga HUMK m. 91). Hiç kimse kendi lehine olan bir davayı açmaya zorlanamayacağı gibi açmış olduğu bir davayı da sonuna kadar takip etmeye zorlanamaz. Medeni usul hukukuna hakim olan ilkelerden biri olan ve “kişilere sahip oldukları haklar üzerinde tasarruf etme yetkisi olarak tanımlanabilecek “tasarruf ilkesinin” geregi de budur (Aslan, Leyla Akyol: Medeni Usul Hukukunda Davadan Feragat, Ankara 2011, s.68-69).
Davadan feragat, davanın derdest olduğu mahkemeye karşı davacı tarafından verilecek bir dilekçe ya da yargılama sırasında sunacağı bir beyanla yapılır (HMK m. 309; Mülga HMUK m. 93). Ancak feragat tek taraflı bir usul işlemi olduğundan kendisinden beklenen hüküm ve sonuçları doğurabilmesi için karşı tarafın izin veya icazetine yahut mahkemenin onayına gerek yoktur (HMK m.309/2). Mahkeme sadece feragatin usul hukuku kurallarına uygun yapılıp yapılmadığını (örneğin feragat beyanının tutanağa geçirilmesinde usule aykırı hareket edilmiş olması veya vekilin özel yetkiye sahip olmaması gibi durumları) inceler (Atalı, Murat: Pekcanıtez Usul Medeni Usul Hukuk, 15. Bası, İstanbul 2017, s.2015) .
Usul hukukumuzda da kural olarak hüküm kesinleşinceye kadar, bazı istisnaları mevcut olmakla birlikte, her davadan feragat edilebilir (HMK m. 310). Hüküm kesinleştikten sonra ortada derdest bir dava kalmadığından feragat işlemi sonuç doğurmaz.
Öte yandan, feragat yalnız mevcut davadan değil, o dava ile istenen haktan da vazgeçme anlamına gelmektedir. Davadan feragat neticesinde feragate konu teşkil eden hak tamamen düşer ve artık bir daha dava konusu yapılamaz (Postacıoğlu, İ.E.: Medeni Usul Hukuku Dersleri, 6. Bası, İstanbul 1975, s. 479; Kuru, B: Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Bası, İstanbul 2011, s.3546).
Bir usul hukuku kavramı olarak davadan feragatin açık, kesin ve koşulsuz olması da kanun gereğidir. Davadan feragatin kesin hükmün sonuçlarını doğurucu nitelikte olması nedeniyle bütün bu özellikleri içermesi zorunludur (HMK m. 311, mülga HMUK m.95).
Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 13.04.2005 tarih ve 2005/11-242 E., 2005/249 K.; 29.04.2009 gün ve 2009/13-76 E., 2009/120 K.; 29.04.2009 tarih ve 2009/12-112 E., 2009/126 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
Yukarıda değinildiği üzere HMK’nın 311. maddesine göre davadan feragat kesin hüküm gibi sonuç doğurur. Bu nedenledir ki, davasından feragat ettiğini bildiren bu beyanından dönemez. Ancak irade bozukluğu hâllerinde feragatin iptali istenebilir.
Bu aşamada “kesin hüküm” kavramının da kısaca açıklanmasında yarar görülmektedir.
Kesin hüküm, şekli anlamda kesin hüküm ve maddi anlamda kesin hüküm olmak üzere ikiye ayrılır. Bir karara karşı normal kanun yollarına başvurulamıyorsa buna şekli anlamda kesin hüküm denir.
Şekli anlamda kesin hüküm HMK’da tanımlanmamış ise de, maddi anlamda kesin hüküm 303’üncü maddede tanımlanmıştır. Buna göre bir davada maddi anlamda kesin hükümden söz edilebilmesinin ilk şartı o hükmün şekli anlamda kesinleşmiş olmasıdır. Bundan başka her iki davanın taraflarının, dava sebeplerinin ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olması gerekir (HMK m.303/1). Hemen belirtmek gerekir ki kesin hüküm kamu düzenindendir ve dava şartı olarak kabul edilmiştir (HMK m.114/1-i).
Kesin hüküm hakkında yapılan bu açıklamalardan da anlaşılacağı üzere maddi hukuk bakımından başlangıçta mevcut olan bir hakkın feragat sebebiyle ortadan kalkması (uyuşmazlığın sona ermesi) durumunda usul hukukunun kurum ve kuralları kullanılarak yeniden talepte bulunulması mümkün değildir. Aksi hâlde Devletin ve bireylerin menfaatlerine aykırı olarak mahkemelerin aynı konuyla ilgili tekrar tekrar meşgul olması durumu ortaya çıkacaktır.
Bu ilkeler ışığında somut olay değerlendirilecek olursa; davacı erkek tarafından açılan boşanma davasında davalı tarafından süresinde verilen cevap dilekçesi ile yetki itirazı ileri sürülmüştür. Ancak davacının 09.06.2011 tarihli ilk duruşmada davadan feragat ettiği imzalı beyanıyla tutanağa geçirilmiş ve mahkemece feragat nedeniyle dava reddedilmiştir.
Feragatin davayı (uyuşmazlığı) sona erdirdiği, diğer bir anlatımla davanın derdest olma özelliğini kaybettiği ve kesin hükmün sonuçlarını doğurduğu dikkate alındığında mahkemece yetki itirazı incelenmeden feragat nedeniyle davanın reddine karar verilmesi gerektiği açıktır.
Bir an için yetki itirazının öncelikle incelenmesi gerektiğini ve mahkemenin de yetkisizlik kararı verdiğini düşünecek olursak HMK’nın 20. maddesine göre dava dosyasının yetkili mahkemeye gönderilmesi için davalının başvurmaması durumunda, davacının feragat beyanı görmezden gelinerek, davacıya yetkili mahkemeye başvurma zorunluluğu yüklemek, yukarıda belirtilen ilkelere ters düşeceği gibi usul ekonomisi ilkesinin gerçekleşmesine de engel olacaktır. Çünkü mahkemenin feragat beyanı ile sona ermiş olan bir uyuşmazlık hakkında davaya devam etmesi emek ve zamandan tasarruf etme imkânı ortadan kaldıracağı gibi, bir takım muhtemel giderlerin yapılması sonucunu ortaya çıkacaktır. Diğer bir anlatımla bu durum, davayı hak arama aracı olmaktan çıkarıp bir zorlama vasıtasına dönüştürecektir.
O hâlde, mahkemenin “feragat nedeniyle davanın reddine” ilişkin kararı usul ve yasaya uygun olup direnme kararının onanması gerekir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının ONANMASINA, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 13.12.2018 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
HMK Madde 309 Feragat ve kabulün şekli
Yargıtay İçtihatları
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2016/2654E. , 2018/931K.
- HMK Madde 309
- Feragat ve kabulün şekli
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk (İş) Mahkemesi
Taraflar arasındaki “işçilik alacağı” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İmamoğlu Asliye Hukuk Mahkemesince (İş Mahkemesi sıfatıyla) davanın kısmen kabulüne dair verilen 22.10.2014 gün ve 2014/99 E.-2014/336 K. sayılı kararın temyizen incelenmesi davalı vekilince istenilmesi üzerine Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin 21.12.2015 gün ve 2015/106 E.- 2015/26069 K. sayılı kararı ile bozulmuş, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca dosya üzerinde yapılan ön inceleme sonunda gereği görüşüldü:
Mahkemece verilen hüküm, temyiz edilmesi üzerine yukarıda başlıkta belirtilen karar ile bozulmuştur. Bozma üzerine mahkemece ilk kararda direnilmiş, direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 18’inci maddesinin birinci fıkrasının (h) bendi ile, vergi, resim ve harçlar dışında kalan ve miktarı beşbin Türk Lirasından fazla dava konusu olan belediye uyuşmazlıklarını sulh ile tasfiyeye, kabul ve feragate karar vermenin belediye meclisinin görev ve yetkisinde olduğu belirtilmiştir.
Belediye başkanının görev ve yetkileri aynı Kanun’un 38’inci maddesinin birinci fıkrasının ( c ) bendinde belediyeyi davacı veya davalı olarak da yargı yerlerinde temsil etmek veya vekil tayin etmek; (h) bendinde meclis ve encümen kararlarını uygulamak; (p) bendinde ise kanunlarla belediyeye verilen ve belediye meclisi veya belediye encümeni kararını gerektirmeyen görevleri yapmak ve yetkilerini kullanmak olarak sıralandığı görülmüştür.
5393 sayılı Belediye Kanunu’nun yukarıda belirtilen maddeleri birlikte değerlendirildiğinde miktarı beşbin Türk Lirasını geçen belediye uyuşmazlıklarında belediye meclisinin bu yönde bir kararı olmaksızın belediye başkanının temyizden feragatinin mümkün olmadığı sonucuna varılmıştır.
Hâl böyle olunca, somut olayda direnmeye konu uyuşmazlık miktarı beşbin Türk Lirasının üzerinde olduğu görülmekle mahkemece, davalı … Meclisinin temyizden feragate ilişkin bir kararının bulunup bulunmadığı araştırılarak varsa onaylı karar örneği ile ayrıca temyizden feragat dilekçesi ibraz eden belediye başkanı Gazi Adamhasan’ın kimlik tespiti yapılarak kimlik tespitine ilişkin belgenin de dosya arasına alınması gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle eksiklikler giderildikten sonra Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Başkanlığına gönderilmek üzere dosyanın mahkemesine geri çevrilmesi gerekmiştir.
S O N U Ç : Yukarıda açıklanan nedenlerle dosyanın mahkemesine GERİ ÇEVRİLMESİNE, 18.04.2018 gününde oy birliği ile karar verildi.
HMK Madde 309 Feragat ve kabulün şekli
Yargıtay İçtihatları
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/3102E. , 2018/46K.
- HMK Madde 309
- Feragat ve kabulün şekli
MAHKEMESİ :Aile Mahkemesi
Taraflar arasındaki “boşanma” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Ankara 11. Aile Mahkemesince “davanın kabulüne” dair verilen 19.09.2012 gün ve 2011/1139 E., 2012/1255 K. sayılı karar, her iki taraf vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 24.06.2013 gün ve 2013/2312 E. 2013/17861 K. sayılı kararı ile;
“…1-Davacının temyiz itirazlarının incelenmesinde:
a-Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir.
b-Davalı kadının, Türk Medeni Kanununun 197. maddesine dayalı olarak Bartın Aile Mahkemesi’nde 05.08.2011 tarihinde açtığı ve 04.10.2011 tarihinde feragat ettiği tedbir nafakası(TMK mad.197) davası bulunmaktadır. Tedbir nafakası isteklerinin her gün doğan ve işleyen haklardan olduğu nazara alınarak feragat tarihinden itibaren davalı kadın yararına tedbir nafakasına hükmedilmesi gerekirken, yazılı şekilde 09.08.2011 tarihinden itibaren davalı yararına tedbir nafakasına hükmedilmesi doğru görülmemiştir.
2-Davalının temyiz itirazlarının incelenmesine gelince;
Davalı kadın, boşanma davasının açıldığı 9.8.2011 tarihinden önce, 5.8.2011 tarihinde açmış olduğu tedbir nafakası davasından ilk celse feragat etmiş ve feragat nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir. Kadının tedbir nafakası davasından feragat etmesi, kocasının kusurlarını boşanma davasına yönelik olarak affettiğini göstermez. Zira davalı kadın, tedbir nafakası davasından feragat etmekle birlikte boşanma davasında kocanın kusurlarına yönelik iddialarını ileri sürüp, bu iddialarını kanıtlamak için delillerini de sunmuştur. Yapılan soruşturma ve toplanan delillerden, eşine sürekli olarak fiziksel ve ekonomik şiddet uygulayan ve çocuğuna fiziksel şiddet uygulayan davacı kocanın, eşine hakaret eden davalı kadına göre, boşanmaya neden olan olaylarda daha ziyade kusurlu olduğunun kabulü gerekir. Durum böyleyken, mahkemece davalı kadının tam kusurlu olduğu yönündeki kusur belirlemesi ve bu hatalı kusur belirlemesine göre davalı kadının maddi (TMK mad. 174/1) ve manevi (174/2) tazminat ile yoksulluk nafakası (TMK mad.175) isteklerinin reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir…”
gerekçesiyle karar bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek temyiz dilekçesinin süresinde verildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki bilgi ve belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 166. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen evlilik birliğinin sarsılması nedenine dayalı boşanma istemine ilişkindir.
Davacı vekili davalının şizofreni derecesinde psikiyatrik rahatsızlığı olduğunu ve evlenmeden önce tedavi gördüğünü daha sonra öğrendiğini; davalının evin içinde, balkonunda kendi kendine konuşup eve de hiç kimsenin gelmesini istemediğini, müşterek çocuğu defalarca dövdüğünü ve çocukla ilgilenmediğini, davalının evdeki eşyaları sattığını ve ailesinin yanına gittiğini belirterek boşanma kararıyla birlikte çocuğun velayetinin müvekkiline verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili davacının şiddet uyguladığını, 03.08.2011 tarihinde gece alkollü olarak eve geldiğini, müvekkili ile müşterek çocuğun üzerine döner bıçağı ile saldırdığını, müvekkilinin ailesinin yanına sığınmak zorunda kaldığını, davacının iddialarının tamamen asılsız birer iftira olduğunu, daha önceden tedbir nafakası davası açtığını, boşanma kararı ile velayetin kendisine verilmesini, 10.000 TL maddi, 10.000 TL manevi tazminata hükmedilmesini, 02.02.2012 tarihinde sunduğu beyan dilekçesi ile de ekonomik olarak zor durumda olduğunu belirterek 500 TL tedbir ve yoksulluk nafakasına, 300 TL tedbir ve iştirak nafakasına hükmedilmesini istemiştir.
Mahkemece davalının boşanma davasının açıldığı günlere denk düşen bir tarihte davacının kusurlu davranışları nedeniyle ayrı yaşama hakkına dayalı olarak tedbir nafakası davasını açıp bilahare 04.10.2011 tarihinde bu talebinden feragat ettiği, bu tarihe kadar olan davacının kusurlu eylemlerinin affedilmiş olduğu gerekçesiyle 04.10.2011 tarihinden önceki davacı eylemlerinin hükme esas alınmadığı, ancak davalının müşterek çocuğa şiddet ve davacıya hakaret içeren sözler söylemesi şeklindeki kusurlu davranışları nedeniyle evlilik birliğinin temelinden sarsıldığının kabulü ile tarafların boşanmalarına, müşterek çocuğun velayet hakkının davalı anneye tevdiine, baba ile kişisel ilişki kurulmasına, müşterek çocuk için 100 TL tedbir, 200 TL iştirak nafakasına, davalı kadın lehine 150 TL tedbir nafakası takdirine, davalının kusurlu olması nedeniyle yoksulluk nafakası talebi ile maddi ve manevi tazminat taleplerinin reddine karar verilmiştir.
Taraf vekillerinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık kısmında açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Yerel mahkemece “her ne kadar davalı eş Bartın Aile Mahkemesinin 2011/519 esas sayılı dosyasında görülen tedbir nafakasına ilişkin davasından 04.10.2011 tarihinde vazgeçmiş ise de esasen boşanma davasının açıldığı 09.08.2011 tarihi itibariyle ayrı yaşama hakkının doğması, davalının başka mahkemede görülen tedbir nafakasına ilişkin davadan vazgeçmesinin ayrı yaşama hakkının doğmasından vazgeçme anlamına ve Dairenin bozma kararında belirttiği üzere davacı eşin kusurlarını affetme anlamına gelmeyeceği ayrıca TMK’nın 169. maddesi uyarınca hâkimin boşanma davası süresince eşlerin özetle birbirlerine karşı yükümlülüklerine dair tedbirleri alma yetkisini ortadan kaldırmayacağı” gerekçesiyle bozma kararının 1/b numaralı bendinde belirtilen tedbir nafakasının başlangıç tarihine yönelik olarak direnme kararı verilmiş, diğer bozma nedenlerine uyulmuştur.
Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, davalının TMK’nın 197. maddesine dayalı olarak açılan bağımsız tedbir nafakası davasından feragat etmesi hâlinde boşanma davasında davalı kadın için hükmedilecek tedbir nafakasına, feragat tarihinden itibaren mi, boşanma dava tarihinden itibaren mi hükmedilmesi gerektiği noktasında toplanmaktadır.
Öncelikle uyuşmazlığın çözümü için tedbir nafakasına ilişkin yasal düzenlemelerin açıklanmasında yarar vardır.
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun “Geçici önlemler” başlıklı 169. maddesi:
“Boşanma veya ayrılık davası açılınca hâkim, davanın devamı süresince gerekli olan, özellikle eşlerin barınmasına, geçimine, eşlerin mallarının yönetimine ve çocukların bakım ve korunmasına ilişkin geçici önlemleri re’sen alır.” hükmünü içermektedir.
Bu madde, yasal gerekçesinde de işaret olunduğu üzere, yürürlükten kaldırılan 743 sayılı Medeni Kanunu’nun 137. maddesinin sadeleştirilmiş şekli olup, mahiyeti itibariyle herhangi bir değişikliğe uğramamıştır. Böylece, öteden beri uygulanagelen bu hükme göre hâkimin, bu konuda bir talebin varlığını aramaksızın, davanın devamı süresince gerekli olan, özellikle eşlerin barınmasına, geçimine, mallarının yönetimine ilişkin geçici önlemleri resen alması gerekir.
Bu geçici önlemlerden birisi de tedbir nafakasıdır.
Tedbir nafakası, talebe bağlı olmaksızın (resen) takdir edilir ve geçici bir önlem olarak davanın başından itibaren karar kesinleşene kadar hüküm altına alınır.
Dolayısıyla tedbir nafakası takdirine ilişkin kararın, davanın açıldığı tarih itibariyle tarafların ekonomik ve sosyal durumlarına ilişkin araştırma sonuçlarının dosyaya gelişini takiben hemen verilmesi gerekir. Ayrıca tarafların kusur durumu hiçbir şekilde tedbir nafakasının takdirine etkili bir unsur değildir.
Aynı kanunun “Birlikte yaşamaya ara verilmesi” başlıklı 197. maddesinde ise:
“Eşlerden biri, ortak hayat sebebiyle kişiliği, ekonomik güvenliği veya ailenin huzuru ciddî biçimde tehlikeye düştüğü sürece ayrı yaşama hakkına sahiptir.
Birlikte yaşamaya ara verilmesi haklı bir sebebe dayanıyorsa hâkim, eşlerden birinin istemi üzerine birinin diğerine yapacağı parasal katkıya, konut ve ev eşyasından yararlanmaya ve eşlerin mallarının yönetimine ilişkin önlemleri alır.
Eşlerden biri, haklı bir sebep olmaksızın diğerinin birlikte yaşamaktan kaçınması veya ortak hayatın başka bir sebeple olanaksız hâle gelmesi üzerine de yukarıdaki istemlerde bulunabilir.
Eşlerin ergin olmayan çocukları varsa hâkim, ana ve baba ile çocuklar arasındaki ilişkileri düzenleyen hükümlere göre gereken önlemleri alır.” şeklinde düzenlenmiştir.
Bu madde eşlerin gerek haklı bir sebebe dayanarak gerekse haklı bir sebep olmaksızın birlikte yaşamaktan kaçınmaları ya da ortak yaşamın başka bir nedenle imkânsız hâle gelmesi hâlinde kural olarak geçici önlemlerin alınmasını düzenlemiştir. Kanunda bahsi geçen bu önlemler, ayrı yaşamanın devam ettiği sürece varlığını sürdürür.
Buna göre tedbir nafakası, TMK’nın 169 ve 197. maddelerinde düzenlenmiştir. Bu maddeler nafaka, boşanma ve ayrılık davası açılmadan önceki dönemde evlilik birliğinden doğan yükümlülüklerin taraflarca yerine getirilmemesi, birlikte yaşamaya ara verilmesi hâlinde ve boşanma ve ayrılık davası açılması sırasında, hak sahibinin mali yönden desteklenmesi suretiyle evlilik birliğini kurtarmak amacıyla öngörülmüştür.
Her iki madde arasındaki farka gelince; TMK’nın 169. maddesi uyarınca takdir edilen tedbir nafakası, açılan boşanma davası kapsamında alınan geçici nitelikteki bir önlem olarak hâkim tarafından yargılama sırasında kaldırılmadığı takdirde boşanma davasında verilen kararın kesinleşmesi ile sona erer. Oysa TMK’nın 197. maddesi uyarınca talep edilen nafaka bağımsız bir talep ve bağımsız bir davanın konusu olarak, eşlerin ayrı yaşama durumunun devamı süresince geçerli olur.
Somut olayda da davacı erkeğin 09.08.2011 tarihinde açtığı boşanma davasından dört gün önce davalı kadın tarafından 05.08.2011 tarihinde TMK’nın 197. maddesine göre açılmış bağımsız tedbir nafakasının olduğu anlaşılmıştır. Boşanma davasının yargılaması sırasında davalı kadın davacısı olduğu nafaka davasından 04.10.2011 tarihinde feragat etmiş ve mahkemece “feragat nedeniyle davanın reddine” karar verilmiştir.
Bilindiği üzere feragat, davacının talep sonucundan kısmen veya tamamen vazgeçmesidir (6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu m.309); davadan feragat, kesin hükmün sonuçlarını doğurur (m. 311) .
Bu açıklamalar ışığında davalı kadın, boşanma davasından önce açtığı bağımsız tedbir nafakası davasından feragat etmekle tedbir nafakası isteğinden geriye dönük olarak vazgeçmiştir. Dolayısıyla tedbir nafakası istemediği yönünde iradesini bildiren davacı yararına iradesinin aksine dava tarihinden itibaren tedbir nafakasına hükmedilmesi doğru görülmemiştir. Ancak tedbir nafakası her an doğup işleyen alacak niteliğinde olduğundan feragat tarihinden itibaren nafakaya hükmedilmesi gerekmektedir.
Hâl böyle olunca Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi doğru olmamıştır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 17.01.2018 gününde oy birliği ile tebliğ tarihinden itibaren on beş günlük süre içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere karar verildi.