Yargıtay İçtihatları, Avukat Murat ÖCAL, Bodrum Avukat, Datça Avukat, Marmaris Avukat, Fethiye Avukat, Çeşme Avukat, Aydın Avukat, Kuşadası Avukat, Alanya Avukat, Antalya Avukat, Adana Avukat, Mersin Avukat, Çeşme Avukat, Balıkesir Avukat, Çanakkale Avukat, Ankara Avukat, İstanbul Avukat, Yozgat Avukat, Sivas Avukat

Usul Ekonomisi İlkesi

HMK Madde 30 

1) Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.

6100 sayılı Kanunda Yer Alan Madde Gerekçesi

Madde, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6 ncı maddesindeki adil yargılanma hakkı ile doğrudan ilgilidir. 1086 sayılı Kanunun 77 nci maddesinin sadeleştirilmiş şekli olan bu düzenleme ile, yargılamanın gecikmeye meydan vermeden, düzenli ve en az masrafla yapılması amaçlanmıştır. Ayrıca, yargılamanın safhaları olan “tahkikat ve muhakeme” yerine “yargılama” terimi kullanılmıştır.

Yargılamanın uzaması hâlinde kişilerin, hukukî korunma mekanizmasının işlevini yerine getirdiğine ve hukuk düzeninin etkisine olan inancı da kaybolmaktadır. Çok geç gelen hükümlerin çoğu zaman hayatla bir ilgisi kalmamaktadır ve onların icrası çoğunlukla hakkı teslim edeceğine, bilakis madden haksızlık yaratmaktadır. Yargılamanın hızlandırılmasının sıkı şekilde uygulanması hayat olayının mükemmelleştirilmesini sınırlar ve böylece hükmün temellerinin mükemmelliği ve doğruluğunu olumsuz yönde etkiler. Bir usul kanunu, elverdiği ölçüde hem bir hayat olayının mükemmel bir şekilde tespitine hem de yargılamanın hızla yapılmasını sağlayacak bir dengeleyici sistem sunuyorsa, bu daha da önem kazanmaktadır. Bu hükmün işlevsel olabilmesi, bu Kanunun diğer hükümlerinin de uygulanmasına bağlıdır.

HMK Madde 30 Usul Ekonomisi İlkesi

Yargıtay İçtihatları

1. Hukuk Dairesi 2016/6140 E. , 2019/4845 K.

  • HMK Madde 30
  • Usul Ekonomisi İlkesi

Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalı vekili tarafından yasal süre içerisinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 26.09.2019 Perşembe günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davalı vekili Avukat … geldi, davetiye tebliğine rağmen temyiz edilen davacılar … v.d. vekili Avukat gelmedi, yokluğunda duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekilin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR

Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı miras payı oranında tapu iptal tescil istemine ilişkindir.

Davacılar ve asli müdahil, mirasbırakanları …’in 747, 1100, 1036, 1930 ve 2371 parsel sayılı taşınmazlarını dava dışı…’a devrettiğini, … …’ın bu taşınmazları davalıya temlik ettiğini; mirasbırakanın 505, 748, 751, 765, 1772, 4462, 4477 ve 1800 parsel sayılı taşınmazlarını da ölünceye kadar bakma akdi ile davalıya devrettiğini, temliklerin mirasçılardan mal kaçırmak amacıyla muvazaalı olarak yapıldığını ileri sürerek dava konusu taşınmazların davalı adına olan tapu kayıtlarının miras payları oranında iptali ile adlarına tesciline karar verilmesini istemişler, aşamada 06.04.2015 tarihli dilekçe ile 1930 parsel sayılı taşınmaz yönünden taleplerini bedele hasretmişlerdir.

Davalı, işlem tarihinde ekonomik durumunun iyi olduğunu, dava konusu bir kısım taşınmazı dava dışı…’dan bedelini ödeyerek satın aldığını, mirasbırakan ile kendisinin ilgilendiğini, ölünceye kadar bakma akdinin muvazaalı olmadığını, davacıların haksız olduklarını belirterek davanın reddini savunmuştur

Mahkemece, temlikin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu gerekçesi ile davanın kabulüne karar verilmiştir.

Dosya içeriği ve toplanan delillerden; mirasbırakanın 20.06.1990 tarihinde öldüğü, geride davalı oğlu …; 2005 yılında ölen kızı …’den olma torunları davacılar … ve asli müdahil …; 2007 yılında ölen kızı …’den olma torunları davacılar …. ve … ile dava dışı …, …, …, …, …, …, …, … ve …’in mirasçı olarak kaldığı, mirasbırakanın 1930, 2371, 1036, 1100 ve 747 parsel sayılı taşınmazlarını 30.09.1986 tarihinde dava dışı…’a sattığı, … …’ın da aynı taşınmazları 27.10.1987 tarihinde davalı …’e temlik ettiği, mirasbırakanın 505, 765, 751, 748, 1772, 4462, 4477 ve 1800 parsel sayılı taşınmazları ile dava dışı 2 parça taşınmazını 14.08.1989 tarihinde davalı …’e ölünceye kadar bakma akdi ile devrettiği anlaşılmaktadır.

Bilindiği üzere, uygulamada ve öğretide “muris muvazaası” olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.

Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve 01.04.1974 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 706., Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 237. (Borçlar Kanunu’nun (BK) 213.) ve Tapu Kanunu’nun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.

Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, mirasbırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alım gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.

6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun (TBK) m. 611. maddesine göre ölünceye kadar bakıp gözetme sözleşmesi, taraflarına karşılıklı hak ve borçlar yükleyen bir akittir. (818 s. Borçlar Kanununun (BK) m. 511). Başka bir anlatımla ivazlı sözleşme türlerindendir. Bu sözleşme ile bakım alacaklısı, sözleşme konusu malın mülkiyetini bakım borçlusuna geçirme; bakım borçlusu da bakım alacaklısına yasanın öngördüğü anlamda ölünceye kadar bakıp gözetme yükümlülüğü altına girer. (TBK m. 614 (BK) m. 514)).

Bakıp gözetme koşulu ile yapılan temliki işlemin geçerliliği için sözleşmenin düzenlendiği tarihte bakım alacaklısının özel bakım gereksinimi içerisinde bulunması zorunlu değildir. Bu gereksinmenin sözleşmeden sonra doğması ya da alacaklının ölümüne kadar çok kısa bir süre sürmüş bulunması da sözleşmenin geçerliliğine etkili olamaz.

Kural olarak, bu tür sözleşmeye dayalı bir temlikin de muvazaa ile illetli olduğunun ileri sürülmesi her zaman mümkündür. En sade anlatımla muvazaa, irade ile beyan arasında kasten yaratılan aykırılık olarak tanımlanabilir. Böyle bir iddia karşısında, asıl olan tarafların akitteki gerçek ve müşterek amaçlarının saptanmasıdır. (TBK m. 19 (BK m. 18)). Şayet bakım alacaklısının temliki işlemde bakıp gözetilme koşulunun değil de, bir başka amacı gerçekleştirme iradesini taşıdığı belirlenirse (örneğin mirasçılarından mal kaçırma düşüncesinde ise), bu takdirde akdin ivazlı (bedel karşılığı) olduğundan söz edilemez; akitte bağış amacının üstün tutulduğu sonucuna varılır. Bu halde de Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu’nun 01.04.1974 gün ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı olayda, uygulama yeri bulur.

Mirasbırakanın, ölünceye kadar bakıp gözetme karşılığı yaptığı temlikin muvazaa ile illetli olup olmadığının belirlenebilmesi içinde, sözleşme tarihinde murisin yaşı, fiziki ve genel sağlık durumu, aile koşulları ve ilişkileri, elinde bulunan mal varlığının miktarı, temlik edilen malın, tüm mamelekine oranı, bunun makul karşılanabilecek bir sınırda kalıp kalmadığı gibi bilgi ve olguların göz önünde tutulması gerekir.

Diğer taraftan, muvazaa iddiasına dayalı davalarda mirasbırakanın kastının açık bir şekilde saptanması gerekmektedir.

Bu kapsamda HMK’nun 190. maddesi ve TMK’nun 6. maddesi gereğince herkes iddiasını ispatla mükelleftir.

Somut olaya gelince; davacıların anneleri olan mirasbırakanın kızları … ile …’nin 2005 ve 2007 yıllarında öldükleri ve mirasbırakanın ölümünden sonra geçen sürede muvazaa iddiasına dayanarak dava açmadıkları açık olup davalı tanığı olarak dinlenen ve davanın kabulü halinde çekişmeli taşınmazlarda hak sahibi olabilecek dava dışı mirasçı …’in beyanlarından 30.09.1986 tarihli temlikin gerçek satış olduğu anlaşılmaktadır.

Ölünceye kadar bakma akdi ile temlik edilen taşınmazlar yönünden ise mirasbırakanın sağlığında bakım borcunun yerine getirilmediği iddiası ile dava açmadığı ve terekesinde 17 parçasında malik, 7 parçasında paydaş olduğu toplam 24 parça taşınmaz kaldığı gözetildiğinde ölünceye kadar bakma akdi ile temlik edilen taşınmazların makul karşılanabilecek ölçüde olduğu sonucuna varılmaktadır.

Bu somut olgular yukarıdaki ilkeler ışığında değerlendirildiğinde; davacıların muvazaa iddiasının kanıtlandığını söyleyebilme olanağı yoktur.

Öte yandan, 6100 sayılı Hukuk Muhakameleri Kanunu’nun (HMK) 65.maddesine göre, açılan bir davaya dava konusu edilen şey hakkında tarafların dışında hak iddia edilerek o şeyin kendisine ait olduğunu ileri süren ve harcını yatırmak suretiyle davaya dahil olan kimsenin hukuki durumu asli müdahildir. Değinildiği üzere, asli müdahalede dava edilen müddeabih esastır. Anılan müddeabihin dışına çıkılarak dava konusu edilmeyen hususta hak talebinde bulunulmasına asli müdahale yoluyla yasal olanak yoktur. Bir başka ifade ile asli müdahale dava konusuyla bağlantılı olarak tarafların dışında müstakil hak arama durumu olup davacıların miras paylarına yönelik olarak açtıkları eldeki davada, asli müdahilin kendi payına yönelik istemi kabul görmeyeceği gibi usul hukukumuzda davaya dahil diye bir müessese bulunmayıp, bir kimseye dahili dava yoluyla taraf sıfatı verilemeyeceği de açıktır.

Hal böyle olunca, hem asli müdahale talebinin hem de davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme yazılı şekilde karar verilmiş olması doğru değildir.

Davalının yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, 02.01.2019 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesi gereğince gelen temyiz eden vekili için 2.037.00.-TL. duruşma vekâlet ücretinin temyiz edilenlerden alınmasına, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 26.09.2019 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY

Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil davasıdır. Mirasbırakan maliki olduğu 1930, 2371, 1036, 1100 ve 747 parsel sayılı taşınmazlarını 30.09.1986 tarihinde dava dışı…’a satmış, …’de 27.10.1987 tarihinde davalı …’e temlik etmiştir. Yine muris, maliki olduğu 505, 765, 751, 748, 1772, 4462, 4477 ve 1800 parsel sayılı taşınmazlar ile dava dışı 2 parça taşınmazı da 14.08.1989 tarihinde davalı …’e ölünceye kadar bakma akdi ile temlik etmiş, 20.06.1990 tarihinde de ölmüştür. Davalı kendisine ölünceye kadar bakma akdi ile temlik edilen tüm taşınmazları 30.04.1993 de dava dışı …, ondan da 04.10.1994 tarihinde satın almıştır.

Dosya içeriği ve toplanan delillerden; özellikle davacı tanıklarının beyanlarından murisin mal satmaya ihtiyacının olmadığı, satış suretiyle dava dışı…’e devredilen taşınmazların hiç kullanılmadan davalıya devredildiği, murisin bu işlemleri yaptıktan çok kısa bir süre sonra da hastalandığı ve öleceği düşüncesiyle kendisi ile aynı ismi taşıyan, beraber yaşadığı tek erkek evladı davalı …’e 10 adet taşınmazını kız çocuklarından mal kaçırmak amacıyla ölünceye kadar bakma akdiyle temlik ettiği sabittir.

Murisin ölünceye kadar bakma akdini daha az miktarda taşınmaz devrederek sağlama imkanı varken, mamelekinin büyük bir kısmını temlik ederek makul karşılanabilecek sınırı aştığı da görülmektedir. Mahkemenin, satış ve ölünceye kadar bakma akdi ile yapılan tüm temliklerin muvazaalı olduğu yönündeki tespit doğrudur.

Ayrıca, mirasçılardan bir davacının takip ettiği dava dosyasına, diğer bir mirasçının harcını yatırmak suretiyle dilekçe vererek (dava konusunun dışında davacının talebi ile aynı nitelikteki) talebini davalıya karşı ileri sürmesi 6100 sayılı HMK’da açıkça düzenlenmemişse de, bu talebi engelleyen yasal bir düzenleme bulunmamaktadır.

Nitekim, HMK 132/2 maddesi, karşı davanın usulüne uygun olmaması halinde hakimin, talep üzerine veya resen karşı davanın asıl davadan ayrılmasına karar vereceğini düzenlemiştir.

Davacı Nigarın durumuna gelince, öncelikle bu davacının somut davadaki sıfatının ne olduğu belirlenmelidir. Muris muvazaası hukuki sebebine dayalı olarak açılan bir tapu iptal tescil davasında, aynı murisin mirasçılarından bir başkası daha, harçlandırmak suretiyle yapmış olduğu bir başvuru ile kendi payını istemektedir.

Bu başvurunun hukuk usulü açısından nitelendirmesinin ne olacağı tartışma konusudur.

Hemen belirtmek gerekir ki HMK 65.madde kapsamında bir asli müdahalenin söz konusu olmadığı hususunda sayın çoğunluk ile aramızda bir ihtilaf bulunmamaktadır.

Aramızda oluşan ihtilaf; ayrı bir dava açılmadan (bir dava dosyası oluşturulmadan) dava dışı bir şahsın kendi hakkını harçlandırdığı bir dilekçe ile isteyip isteyemeyeceğidir.

Hukuk usulünde dava; “bir başkası tarafından sübjektif hakkı ihlal edilen veya tehlikeye sokulan veya kendisinden haksız bir talepte bulunulan kimsenin mahkemeden hukuki koruma istemesidir.” (Prof.Dr. B.Kuru Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı 2011 baskı)

Davacı ise, karşı taraftan alacağını (hakkını) mahkemeden isteyen kişidir.

Dava arkadaşlığına gelince, yine usul hukukumuzda ihtiyari ve mecburi dava arkadaşlığı olmak üzere ikiye ayrılmıştır. En basit anlatımı ile; davayı birlikte açmak zorunda olanlar mecburi dava arkadaşı, ayrı ayrı açmaları mümkün iken birlikte hareket ederek açanlar ihtiyari dava arkadaşıdırlar.

Bir kimsenin hakkını istediği kişiden, aynı nitelikte alacağı olan bir başka kimsenin de bu hakkını istemesi mümkündür. Davalıdan ayrı ayrı hakkı olan kişilerin birlikte hareket ederek haklarını istemesi durumu, ihtiyari dava arkadaşlığıdır. 6100 sayılı HMK’nın 57.ve 58.maddeleri bu hususu düzenlemiş, illa ki taleplerin aynı dilekçe ile ileri sürülmesi şartını da getirmemiştir. O halde bu davada her iki talep edenin durumu ihtiyari dava arkadaşlığıdır.

Olayda uygulama yeri bulan “usul ekonomisi” ilkesine gelince; bilindiği üzere Anayasa’nın 141 ve HMK’nın 30.maddesi hakimi, yargılama sırasında gereksiz gider yapmadan, kısa süre içinde uyuşmazlığı çözüme kavuşturma ile yükümlü tutmuştur.

Bu açıdan değerlendirme yaptığımızda; davacı ve kardeşi olan …, muristen intikal eden paylarını davalıdan istemektedirler. Her iki talep açısından yapılacak olan yargılama aynı olduğu gibi bu talepler ayrı dosyalar ile ayrı davalar olarak görülse ve birleştirilmese dahi, biri diğeri için “güçlü delil” özelliği taşıyacaktır.

Nigar’ın talebinin usule uygun olmadığı gerekçesiyle usulden reddi halinde, yeni bir dava açacak ve aynı yargılama ve masraf yeniden yapılacaktır. Bu durumda “usul ekonomisi”ni düzenleyen Anayasa’nın 141. ve HMK’nın 30.maddesi açıkça ihlal edilecektir.

Nigar’ın talebinin ayrı bir dava olarak kabulü durumunda, bu talep açısından davanın tefrik edilerek başka bir esasa kaydedilip sonra yine birleştirme yapılarak taleplerin birlikte görülmesinde de usul ekonomisi açısından bir fayda görülmeyecektir.

Yasa koyucu bu usul sorununu açıkça düzenlememiş ise de, HMK’nın 132 ve 133.maddelerinde karşı davanın şartlarının bulunmaması veya süresinde açılmaması halinde ayrı bir esasa kaydedilerek davanın görüleceğini düzenlemiş, talebin reddini hüküm altına almamıştır. Bu usulü düzenleme kıyasen uygulandığında dahi söz konusu talebin (bu sebeple) reddi mümkün olmayacaktır.

Açıklanan bu nedenlerle, her iki davacının talebinin kabul edilmesinin doğru olduğu kanaat ve sonucuna vardığımızdan kararın onanması gerektiği düşüncesiyle sayın çoğunluğun bozma yönündeki görüşüne katılmıyoruz.

HMK Madde 30 Usul Ekonomisi İlkesi

Yargıtay İçtihatları

3. Hukuk Dairesi 2020/1672 E. , 2020/2210 K.

  • HMK Madde 30
  • Usul Ekonomisi İlkesi

Taraflar arasında ilk derece mahkemesinde görülen alacak davasının reddine dair verilen hüküm hakkında bölge adliye mahkemesi tarafından yapılan istinaf incelenmesi sonucunda; taraf vekillerinin istinaf başvurusunun esastan reddine yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde taraf vekillerince temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçelerinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

Davacı; 5529 sayılı parselde kayıtlı taşınmazın 137.500,00 TL bedelle davalıdan satın alındığını, tapuda adına tescil yapıldığını, satış tarihinden 3 yıl sonra davalının eşi tarafından taşınmazın aile konutu olması nedeni tapu iptal ve tescil davasının açıldığını, yapılan yargılama sonunda adına olan tescil kaydının iptal edilerek taşınmazın davalı adına aile konutu şerhi ile birlikte tescil edildiğini, davalıya verilen 137.500,00 TL’nin iadesi için … Asliye Hukuk Mahkemesi’nde dava açıldığını, mahkemece davanın reddine karar verildiğini, kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 3. Hukuk Dairesi tarafından dava açıldığı sırada tapu iptal ve tescil davasının kesinleşmediği gerekçesiyle davanın reddine ilişkin kararın onandığını, açılan alacak davasının usulü bir nedenle reddedildiğinden kesin hüküm teşkil etmeyeceğini bu nedenle iş bu davanın açılarak satış bedeli olan 137.500,00 TL’nin tarafına iadesini dava tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte talep etmiştir.

Davalı; davacı tarafından aynı alacağa ilişkin… Asliye Hukuk Mahkemesi’nde dava açıldığını, bu davanın reddine ilişkin kararın 29.07.2017 tarihinde kesinleştiğini, iş bu davanın ise 04.08.2016 tarihinde açıldığını, henüz kesinleşmeden açılan davanın derdestlik nedeni ile reddine karar verilmesi gerektiğini ileri sürmüştür.

İlk derece mahkemesince; HMK’nın 114.maddesinde dava şartlarının açıklandığı, 114/ı bendi uyarınca, aynı davanın daha önceden açılmış ve halen görülmekte olmamasının gerektiği gerekçesiyle davanın derdestlik nedeni ile reddine karar verilmiş, hüküm taraflarca istinaf edilmiştir.

Bölge adliye mahkemesince; davacı tarafından dava konusu uyuşmazlığa ilişkin …Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açılan davanın reddedilerek kararın 29.05.2017 tarihinde kesinleştiği, eldeki davanın ise 04.08.2016 tarihinde açıldığı, açıldığı tarih itibariyle …. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açılan davanın henüz kesinleşmediği, bu nedenle davanın derdestlik nedeni ile reddi kararının doğru olduğu gerekçesiyle tarafların istinaf başvurularının esastan reddine karar verilmiş, hüküm taraflarca temyiz edilmiştir.

1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı bilgi ve belgelere, özellikle temyiz olunan bölge adliye mahkemesi kararında yazılı gerekçelere göre, davalının tüm, temyiz itirazları yerinde değildir.

2- Davacının temyiz itirazlarının incelenmesine gelince; Derdestlik, 6100 sayılı HMK’nın 114/1-ı maddesinde dava şartı olarak “Aynı davanın, daha önceden açılmış ve halen görülmekte olmaması” şeklinde düzenlenmiş olup, tarafları, dava sebebi (vakıaları) ve dava konusu (talep sonucu) aynı olan bir davanın ikinci kez açılamayacağını ifade eder. Aynı dava ikinci kez açılırsa, ikinci davada bu husus ileri sürülmese bile re’sen gözetilerek ikinci dava dava şartı yokluğundan reddedilir. Derdestliğin olması için aynı davanın iki kez açılması gerekir.

Aynı Kanun’un 115/2. maddesi uyarınca giderilmesi mümkün olan dava şartı noksanlığının tamamlanabileceği belirtildikten sonra 115/3. maddesinde de “Dava şartı noksanlığı, mahkemece, davanın esasına girilmesinden önce fark edilmemiş, taraflarca ileri sürülmemiş ve fakat hüküm anında bu noksanlık giderilmişse, başlangıçtaki dava şartı noksanlığından ötürü, dava usulden reddedilemez.” şeklinde düzenleme yapılmıştır.

Dosya içerisine alınan …Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2014/266 Esas, 2015/206 Karar sayılı dosyasının incelenmesinde; davamızın konusunu oluşturan aynı alacağa ilişkin davanın açıldığı, mahkemece davanın reddine karar verilmesi üzerine Yargıtay 3. Hukuk Dairesi’nin 2015/15665 Esas ve 2016/7439 Karar sayılı ilamı ile davanın reddi kararının gerekçe değiştirilerek onandığı, karar düzeltme talebinin reddedilmesi üzerine kararın 29.05.2017 tarihinde kesinleştiği anlaşılmıştır. İş bu davanın ise 04.08.2016 tarihinde açıldığı, dava dilekçesinin 02.08.2017 tarihinde davalıya tebliğ edildiği, mahkemece 08.12.2017 tarihinde ara inceleme tutanağı düzenlenerek dilekçeler aşamasının tamamlandığı belirlenmiştir. Görüldüğü üzere, dava açıldığı sırada mevcut olan dava şartı eksikliği, ön inceleme aşaması öncesinde tamamlanmış olup HMK’nın 115/3.maddesi gereğince hüküm anında dava şartı noksanlığı giderildiğinden davanın usulden reddedilmesi hatalıdır. Bu durum aynı zamanda HMK’nın 30.maddesinde düzenlenmiş olan usul ekonomisi ilkesinin de bir gereğidir.

O halde mahkemece, dava şartının noksanlığının giderilmiş olması sebebiyle işin esasına girilerek karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiş, kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir. İlk derece mahkemesi kararının, yukarıda açıklanan nedenlerle bozulmasına karar verilmiş olduğundan, HMK’nın 373. maddesinin birinci fıkrası uyarınca, iş bu karara karşı yapılan istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin bölge adliye mahkemesi kararının da kaldırılmasına karar verilmiştir.

SONUÇ: Yukarıda birinci bentte açıklanan nedenlerle davalının tüm, temyiz itirazlarının REDDİNE, ikinci bentte açıklanan nedenlerle, 6100 sayılı HMK’nın 373/1. maddesi uyarınca temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararının KALDIRILMASINA, aynı Kanun’un 371. maddesi uyarınca İlk Derece Mahkemesi kararının davacı yararına BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, dosyanın İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin de Bölge Adliye Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE, 11/03/2020 tarihinde oy birliği ile karar verildi.

HMK Madde 30 Usul Ekonomisi İlkesi

Yargıtay İçtihatları

17. Hukuk Dairesi 2016/19353 E. , 2017/5626 K.

  • HMK Madde 30
  • Usul Ekonomisi İlkesi

Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine dair verilen hükmün süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği düşünüldü:

K A R A R

Davacı vekili, davalının sorumluluğunda bulunan siteye ait çatının müvekkiline kasko sigortalı aracın üzerine düşmesi sonucunda arasın hasarlandığını açıklayıp ödenenin rücuan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Mahkemece, davalı site yönetiminin tüzel kişiliğinin ve davada taraf ehliyetinin bulunmadığından davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dava, kasko … sözleşmesinden kaynaklanan rücuan tazminat istemine ilişkindir.

634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanununun “tarifler” başlıklı 2. maddesinin (b) bendinde, bu kanuna göre anagayrimenkulun bağımsız bölümleri dışında kalıp, korunma ve ortaklaşa kullanma veya faydalanmaya yarayan yerler “ortak yerler”; kat maliklerinin ortak malik sıfatıyla paydaşı bulundukları bu yerler üzerindeki faydalanma hakları da “kullanma hakkı” olarak tanımlanmıştır.

Bu tanıma paralel olarak kat mülkiyeti kurulu olan anagarimenkulün ortak yerleri üzerinde kat maliklerinin hakları Kanununun 16. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenmiş ve kat maliklerinin anagayrimenkulün bütün ortak yerlerine, arsa payları oranında, ortak mülkiyet hükümlerine göre malik oldukları hüküm altına alınmıştır.

Kat Mülkiyeti Kanununun 32. maddesinde ise anagayrimenkulün kat malikleri kurulu tarafından, sözleşme, yönetim planı ve kanun hükümleri uyarınca verilecek kararlara göre yönetileceği, 34. maddesinde de kat maliklerinin, anagayrimenkulün yönetimini kendi aralarından veya dışarıdan seçecekleri bir kimseye (yönetici) veya üç kişilik bir kurula (yönetim kurulu) verebilecekleri belirtilmiştir.

Bu maddeye göre seçilen yöneticinin görevleri ise Kanunun 35. maddesinde ayrı ayrı sayılmış ve maddenin (a) bendinde “kat malikleri kurulunca verilen kararların yerine getirilmesi” de yöneticinin görevleri arasında gösterilmiştir. Sözü edilen Kanunun 38. maddesinde de yöneticinin, kat maliklerine karşı aynen bir vekil gibi sorumlu bulunduğu düzenlenmiştir.

Apartman yönetimlerinin tüzel kişiliği bulunmadığından, kural olarak apartman yöneticisi ya da yönetim kurulunun dava ve taraf ehliyeti bulunmamaktadır. Yönetici ya da apartman yönetimi ancak 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanununun tanıdığı yetkiler dahilinde dava açma hakkını kullanabilir. Kat malikleri kurulunca yöneticiye yetki verilmesi durumunda, kat maliklerini temsil yetkisine giren işlerden kaynaklanan uyuşmazlıklarda yöneticinin ya da yönetim kurulunun dava açılabileceği belirgindir. Böyle bir durumda yönetici vekaletname ile tayin edilen bir vekil gibi değildir. Temsil yetkisini az yukarıda açıklanan özel yasa maddesinden alan bir temsilcidir.

Özellikle, günümüz hayatının getirdiği toplu site yapılaşmaları ya da çok katlı yapılarda kat malikleri sayısının oldukça fazla olması ve maliklerin ortak kullanımına ayrılmış olan tesis ve alanların bir disiplin için bakılması, korunması ve onarılması, başka bir deyişle ortak kullanımdaki yerlerin yönetilmesi gereği karşısında, tüm maliklerin birlikte dava açabileceğinin veya tüm maliklere karşı dava açılması gerektiğinin kabulü uyuşmazlıkları çözümsüzlüğe terk etme sonucunu doğuracağı gibi usul ekonomisi ilkesine de uygun değildir.

Ortaya çıkan ihtiyaçların hakkaniyete uygun biçimde giderilmesi, hak ve adalete, hakkaniyet ile usul ekonomisi ilkelerine uygun bir çözümün bulunması gerektiği kuşkusuzdur. Bu durumda, ortak yerlerin amacına uygun olarak kullanılması ve korunması ortak yerlerin haksız olarak kullanımından kaynaklanan tazminat davalarında taraf olabileceği konusunda Hukuk Genel Kurulunun’da uygulaması bu yöndedir.

Tüm bu açıklamalar ışığında somut olaya gelindiğinde, davalının site yöneticisi olduğu anlaşılmakla eldeki davanın da yöneticiye verilen görevleri kapsamında apartman yönetimi aleyhine açıldığı anlaşılmaktadır.

Bu durumda, mahkemece davanın esasının incelenerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi doğru değildir. SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davacıya geri verilmesine 17/05/2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.