Yargıtay İçtihatları, Avukat Murat ÖCAL, Bodrum Avukat, Datça Avukat, Marmaris Avukat, Fethiye Avukat, Çeşme Avukat, Aydın Avukat, Kuşadası Avukat, Alanya Avukat, Antalya Avukat, Adana Avukat, Mersin Avukat, Çeşme Avukat, Balıkesir Avukat, Çanakkale Avukat, Ankara Avukat, İstanbul Avukat, Yozgat Avukat, Sivas Avukat

Hüküm, hükmün verilmesi ve tefhimi

HMK Madde 294

(1) Mahkeme, usule veya esasa ilişkin bir nihai kararla davayı sona erdirir. Yargılama sonunda uyuşmazlığın esası hakkında verilen nihai karar, hükümdür.

(2) Hüküm, yargılamanın sona erdiği duruşmada verilir ve tefhim olunur.

(3) Hükmün tefhimi, her hâlde hüküm sonucunun duruşma tutanağına geçirilerek okunması suretiyle olur.

(4) Zorunlu nedenlerle sadece hüküm sonucunun tefhim edildiği hâllerde, gerekçeli kararın tefhim tarihinden başlayarak bir ay içinde yazılması gerekir.

(5) Hükmün tefhimini, duruşmada bulunanlar ayakta dinler.

(6) Hükme ilişkin hususlar, niteliğine aykırı düşmedikçe, usule ilişkin nihai kararlar hakkında da uygulanır.

6100 sayılı Kanunda Yer Alan Madde Gerekçesi

Maddenin birinci fıkrasında karar ile hükmün ne olduğu ifade edilmiştir. İkinci ve üçüncü fıkra hükümleri hükmün verilmesinin şekli ve zamanını içermektedir. Burada hüküm sonucunun duruşma tutanağına geçirilmesi öngörülmüş, böylece tefhim edilen hüküm sonucunun, sonradan başka suret ve şekilde kaleme alınması veya böyle iddiaların ortaya atılması tehlikesinin önlenmesine çalışılmıştır.

Dördüncü fıkra hükmünde ise zorunlu nedenlerle sadece hüküm sonucunun tefhim edildiği hâllerde, gerekçeli kararın tefhim tarihinden başlayarak bir ay içerisinde yazılması zorunluluğu getirilmiştir.

Hükmün tefhiminin nasıl yapılacağını belirten beşinci fıkra yeni bir hüküm olup, uygulamadaki tereddütleri ortadan kaldıracak niteliktedir.

Altıncı fıkrada, usule ilişkin kararlarda hangi hususların geçerli olacağına değinilmiştir.

HMK Madde 294 Hüküm, hükmün verilmesi ve tefhimi

Yargıtay İçtihatları

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2022/692E. , 2023/264K.

  • HMK Madde 294
  • Hüküm, hükmün verilmesi ve tefhimi

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 12. Hukuk Dairesi

Taraflar arasındaki şikâyet isteminden dolayı yapılan inceleme sonunda İlk Derece Mahkemesince şikâyetin kabulü ile takibin iptaline karar verilmiştir.

Kararın alacaklılar vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılarak yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle şikâyetin reddine karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi kararı borçlular vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 12. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

Direnme kararı borçlular vekilince temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan inceleme sonucunda, temyiz dilekçelerinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. TALEP
Şikâyetçi borçlular vekili; alacaklılar vekili tarafından müvekkilleri aleyhine başlatılan ilâmlı icra takibinde icra emrinin 25.11.2020 tarihinde elektronik ortamda tebliğ edildiğini, ilâmlı takibe dayanak olan Antalya Asliye 4. Hukuk Mahkemesinin 2019/377 Esas, 2020/275 Karar sayılı kararının kesinleşmeden icraya konulamayacağını, söz konusu ilâmın taşınmazın aynına taalluk eden davalara ilişkin olduğunu, karara göre alacaklıların düzenleme şeklinde gayrimenkul satış vaadi sözleşmesine dayalı olarak tapu iptali ve tescil davası açtıklarını, mahkemece verilen davanın reddine ilişkin kararın Yargıtay tarafından bozulması üzerine yargılama devam ederken alacaklıların tapu iptali ve tescil istemi ile açtıkları başka bir davanın bu dosya ile birleştirildiğini, alacaklıların asıl davayı ıslah ederek tazminat talep ettiklerini, birleşen davada ise tapu iptali ve tescil talebinde bulunduklarını ancak harç ikmal edilmediğinden mahkemece birleşen davanın açılmamış sayılmasına, asıl davada ise tazminat isteminin kabulüne karar verildiğini, davanın temelinin gayrimenkul satış vaadi sözleşmesine dayandığını, alacaklıların tapu iptali ve tescil istemlerini tazminata dönüştürmüş olmalarının davayı taşınmazın aynına yönelik olmaktan çıkarmayacağını, birleşen davada tapu iptal ve tescil isteminin bulunduğunu, tefrik kararı verilmediği gibi birleşen davada verilen davanın açılmamış sayılmasına ilişkin kararın da kesinleşmediğini ileri sürerek takibin iptaline karar verilmesini talep etmiştir.

II. CEVAP
Alacaklılar vekili; müvekkilleri tarafından şikâyetçi borçlular aleyhine tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde tazminat talebi ile dava açıldığını, dava açıldıktan sonra davacıların talebini ıslah ederek tazminat talep ettiklerini, zira dava konusu taşınmazların aynen ifasına imkân kalmadığını, davaya tazminat davası olarak devam edilerek hüküm kurulduğundan artık terditli talepten söz edilemeyeceğini, takibe dayanak olan davada taşınmazın aynına ilişkin herhangi bir talebin kalmadığını, bu nedenle mahkemece tapu iptal ve tescil yönünden hüküm kurulmayarak tazminata hükmedildiğini, birleşen dava yönünden harç tamamlanamadığından davanın açılmamış sayılmasına karar verildiğini, sicilde değişikliğe yol açacak şekilde taşınmazın aynına ilişkin tescil hükmü bulunmadığından takibe dayanak ilâmın kesinleşmesinin gerekmediğini belirtilerek şikâyetin reddini savunmuştur.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İlk Derece Mahkemesinin 27.11.2020 tarihli ve 2020/572 Esas, 2020/608 Karar sayılı kararı ile; dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda, takibin dayanağı olan ilâmda tapu iptali ve tescil talebinin ıslah edilerek tazminat davası olarak davaya devam edildiği, takibe dayanak olan ilâmın henüz kesinleşmediği, ilâmda yer alan tüm alacak kalemlerinin ilâmın kesinleştiği tarihte muaccel hâle geleceği, ilâmın esası hakkındaki hükmü kesinleşmeden fer’i nitelikte olan vekâlet ücretine ilişkin kısım infaza ve icra takibine konu edilemeyeceği gerekçesiyle şikâyetin kabulü ile takibin davacılar (şikâyetçiler) yönünden iptaline karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde alacaklılar vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.

B. Gerekçe ve Sonuç
Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 12. Hukuk Dairesinin 23.09.2021 tarihli ve 2021/412 Esas, 2021/1946 Karar sayılı kararı ile; somut olayda takip konusu ilâma göre gayrimenkul satış vaadi sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil istemiyle dava açılmış ise de ıslahtan sonra davanın gayrimenkul satış vaadi sözleşmesine dayalı tazminat davasına dönüştüğü, takip konusu ilâmın tarafların hukuki durumunda, sicil ve kayıtlarda değişiklik yaratacak nitelikte olmadığı, hakkın özü ile ilgili olmayıp mal varlığında değişiklik yaratacak nitelikte olduğu, takip konusu ilâmın kesinleşmeden infaz edilebileceği gerekçesiyle şikâyetçi borçluların istinaf başvurularının 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (6100 sayılı Kanun) 353/1-b-2 maddesi uyarınca esastan kısmen kabulüne, İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılmasına ve şikâyetin reddine karar verilmiştir.

V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ İNCELEME SÜRECİ
A. Bozma Kararı
1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde borçlular vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

2. Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; “..Somut olayda, takip konusu ilamın incelenmesinde, davanın önce tapu iptal tescil davası olarak açıldığı, daha sonra davayı ıslah ederek talebini bedele dönüştürerek pay alacağının talep edildiği anlaşılmıştır. Her ne kadar mahkemece alacağa hükmedilmiş ise de, temelde dava gayrimenkulün aynına taalluk ettiğinden, ilam kesinleşmeden ilamlı icra takibine konulamaz.
O halde, ilk derece mahkemesinin şikayetin kabulü ile takibin iptaline ilişkin kararı yerinde olup, Bölge Adliye Mahkemesince alacaklının istinaf isteminin esastan reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.

B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; önceki gerekçe tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.

VI. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Direnme kararına karşı süresi içinde borçlular vekilince temyiz isteminde bulunulmuştur.

B. Temyiz Sebepleri
Borçlular vekili; takibe dayanak ilâmda gayrimenkul satış vaadine dayalı tapu iptali ve tescil isteminin taşınmazın aynına taalluk ettiği hususunun tartışmasız olduğunu, alacaklıların davasını münhasıran tescil istemine hasrettiklerini, bozma kararından sonra yapılan ıslah ile tapu iptali ve tescil isteminin tazminata dönüştürülmek istenildiğini, bozmadan sonra ıslahın mümkün olmadığını, ıslahın geçerli olup olmadığının Yargıtay’ın temyiz incelemesi sonucu ortaya çıkacağını, buna göre takibe konu ilâmın tapu iptali ve tescil davası mı yoksa tazminat davası mı olduğu hususunun belirleneceğini, diğer taraftan ıslah talebi geçerli olsa da davanın taşınmazın aynına taalluk ettiğini, aynen ifa olanağı kalmadığını beyan etmediklerini, birleşen dava yönünden ise asıl davanın ıslah talebi ile tazminata dönüştüğü kabul edilse bile birleşen davanın tapu iptali ve tescil istemli olduğu ve tescil isteminin tefrik edilmediğini, açılmamış sayılma kararının kesinleşmediğini, alacaklılar vekilince cevap dilekçesi ekinde sunulan kararların Özel Dairenin denetiminden geçmediğini ileri sürerek resen gözetilecek nedenlerle de kararın bozulmasını talep etmiştir.

C. Uyuşmazlık
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda, gayrimenkul satış vaadi sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil davası olarak açılan davada ıslah ile talep sonucunun tazminata dönüştürüldüğü ve para alacağının hüküm altına alındığı mahkeme kararının ilâmlı icra takibine konu edildiği dikkate alındığında, kararın kesinleşmeden ilâmlı icra takibine konu edilip edilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.

D. Gerekçe
1. İlgili Hukuk
1.2004 sayılı Kanun’un 32 nci maddesi.

2. 6100 sayılı Kanun’un 294, 301 ve 367 nci maddeleri.

3. 6100 sayılı Kanun’un “Temyizin icraya etkisi” kenar başlıklı 367 nci maddesi şöyledir:
“(1) Temyiz, kararın icrasını durdurmaz. İcra ve İflas Kanununun icranın geri bırakılmasıyla ilgili 36 ncı maddesi hükmü saklıdır. Nafaka kararlarında icranın geri bırakılmasına karar verilemez.
(2) Kişiler hukuku, aile hukuku ve taşınmaz mal ile ilgili ayni haklara ilişkin kararlar kesinleşmedikçe yerine getirilemez.

4. Anayasa Mahkemesinin 16.03.2016 tarihli ve 2015/104 Esas, 2016/20 Karar sayılı kararına konu itiraz başvurusunda, itiraz yoluna başvuran mahkeme 6100 sayılı Kanun’un 350 nci ve 367 nci maddelerinin (2) numaralı fıkralarında yer alan “Kişiler hukuku, aile hukuku.”, “.ile ilgili.” ve “.haklara ilişkin kararlar kesinleşmedikçe yerine getirilemez.” ibareleri ile 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun (1086 sayılı Kanun), 443 üncü maddesinin dördüncü fıkrasında yer alan “.aile ve şahsın hukukuna mütedair hükümler katiyet kesbetmedikçe icra olunamaz.” ibaresinin ve aynı Kanun’un 5236 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun’un 16 ncı maddesiyle yeniden düzenlenen 433 üncü maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “Kişiler ve aile hukukuna,.” ve “.ilişkin kararlar kesinleşmedikçe yerine getirilemez.” ibarelerinin iptalini talep etmiş ve Anayasa Mahkemesince ilgili düzenlemelerin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve itirazın reddine karar verilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:
“…17. Medeni usul hukukumuzda ilk derece mahkemesinin verdiği bir hükmün icra edilebilmesi için kural olarak o hükmün kesinleşmesi gerekmemektedir. İtiraz konusu kuralın da yer aldığı Kanun’un 433. maddesinde de, temyizin kararın icrasını durdurmayacağı hüküm altına alınmıştır. Bununla birlikte kanunda açıkça öngörülmek suretiyle bazı istisnai hallerde birtakım ilâmların icra edilebilmesi için kesinleşmesi zorunluluğunun öngörülmesi de mümkündür.
18. 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 40. maddesinin (2) numaralı fıkrasında da bir ilâm hükmünün icra edildikten sonra başvurulan kanun yolunda bozulup da aleyhine icra takibi yapılmış olan kimsenin hiç veya o kadar borcu olmadığı kesin olarak ortaya çıktığında, ayrıca hükme hacet kalmaksızın icranın tamamen veya kısmen eski hâline iade olunacağı ifade edilmektedir. Bu şekilde kesinleşmeden icra edilebilen ilamların bozulması hâlinde icranın mümkün olduğunca, eski hâli temin edecek şekilde iadesi sağlanmak istenmiştir. Ancak bazı ilamların kesinleşmeden icra edilmesi halinde, daha sonra üst mahkemece kanun yoluna başvuru sonucu ilam bozulduğunda, icranın iadesi, mümkün olamayabilir. Bu durum özellikle aile hukukunda daha da belirgindir. Kanun koyucu bu nedenle, kamu düzenine olan etkilerini de dikkate alarak, aile hukukuna ilişkin ilamların kesinleştikten sonra icra edilmelerini kabul etmiştir. Bununla birlikte ilamın kesinleşmesinin beklenmesi halinde taraflardan birinin çok zor durumda kalabileceği nafaka gibi bazı durumlar genel kuraldan istisna tutulmuştur…”

2. Değerlendirme
1.İlâmlı icra; konusu para veya paradan başka bir şey olan her türlü alacağın ilâm ya da ilâm niteliğinde bir belge almak kaydıyla cebri icra yolu ile tahsilinin istenmesi hâlinde ortaya çıkan takip yolu olarak tanımlanabilir (L.Şanal Görgün, Levent Börü, … Kodakoğlu, İcra ve İflas Hukuku, 3. Baskı, Ankara, 2022, s.369).

2. Alacaklının ilâmlı icra takibi yapabilmesi için elinde bir mahkeme ilâmı ya da kanunların bu kuvvete sahip kıldığı bir belgenin bulunması gerekir. 6100 sayılı Kanun’un 294 üncü maddesinin birinci fıkrasına göre mahkeme davayı usule veya esasa ilişkin nihai bir karar ile sona erdirir. Yargılama sonunda uyuşmazlığın esası hakkında verilen nihai karar hüküm olarak adlandırılır. Mahkemenin nihai kararının davanın taraflarından her birine verilen imzalı ve mühürlü örneklerine ise ilâm denir (6100 sayılı Kanun md. 301/1,2).

3. İlâmın özünü hüküm sonucu (hüküm fıkrası) oluşturur. Bu durumda, ilâmın doğru ve tam icra edilebilmesi için hüküm sonucunun son derece açık bir biçimde kaleme alınmış olması gerekir. Hüküm sonucu yeteri kadar açık değilse icrası sırasında şüphe ve tereddüt uyandırıcı durumlar ortaya çıkabileceğinden ilâmın yanlış icra edilmesi veya hiç icra edilememesi gibi bir sorun ile karşı karşıya kalınabilir. Nitekim 6100 sayılı Kanun’un 297 nci maddesinin ikinci fıkrasında da hükmün sonuç kısmında taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerektiği belirtilmiştir.

4. İlâmlı icra takibinin dayanağını oluşturan ilâmdan, yargılamaya son veren ve taraflar arasındaki uyuşmazlığı esastan çözümleyen mahkeme kararlarını bir başka ifadeyle hâkimin davadan elini çekmesi sonucunu doğuran esasa ilişkin nihai kararları (hükümleri) anlamak gerekir. Bu durumda, usule ilişkin nihai kararlar (örneğin görevsizlik, yetkisizlik kararları gibi) yalnızca usule ilişkin sorunları çözümleyip işin esasına ilişkin herhangi bir düzenleme içermediklerinden cebri icraya elverişli bir nitelik taşımazlar. Bu itibarla ilâmın icra edilebilmesi için yargılamaya son vermesi ve uyuşmazlığı esastan çözümlenmesi yeterli olmayıp ayrıca cebri icraya elverişli bir nitelik taşıması gerekmektedir (Süha Tanrıver, İlâmlı İcra Takibinin Dayanakları ve İcranın İadesi, Ankara, 1996, s.40-43). İlâmlı icra takibinin bir dayanağını da ilâm niteliğinde belgeler oluşturur. 2004 sayılı Kanun’un 38 inci maddesinde gerçekte ilâm olmadıkları hâlde yasa gereği “ilâm mahiyetini haiz belgeler” sayılmış; bazı özel kanunlarda da ilgili bulundukları konuda birtakım belgelerin ilâm niteliğinde olduğu kabul edilmiştir.

5. İlâmların icrası 2004 sayılı Kanun’un İkinci Babında 24 ila 41 inci maddeler arasında düzenlenmiştir. Alacaklı elindeki ilâmı icra müdürlüğüne vererek takip talebinde bulunur (2004 sayılı Kanun md. 35). Takip talebini ve bunun dayanağı olan belgeyi alan icra müdürü bir icra emri düzenleyerek borçluya gönderir (2004 sayılı Kanun md. 24-26, md. 30-32). İcra müdürü takip talebi ile birlikte verilen belgenin ilâm veya ilâm niteliğinde bir belge olup olmadığını kendiliğinden inceler. İlâmlı icra konusu olacak bir belgeye dayanmayan takip talebini esas alarak icra emri gönderilirse, bu süresiz şikâyet konusu olur. Alacaklının verdiği belge ilâm veya ilâm niteliğinde bir belge ise icra müdürü takip talebine ve ilâma uygun bir icra emri düzenler ve borçluya gönderir. İcra emrinin mutlaka ilâma uygun olması gerekir; aksi takdirde süresiz şikâyet yoluna başvurabilir. Önemle belirtmek gerekir ki, bir ilâmın infaz edilecek kısmı hüküm bölümüdür, bu kısım değiştirilmeden aynen icra edilmelidir. İcra memurunun takip konusu ilâmı (veya ilâm niteliğindeki belgeyi) yorumlama, değiştirme, tavzih etme gibi bir yetkisi yoktur; eğer ilâm icraya elverişli değilse (örneğin tavzih gerekiyorsa) icra memuru ilâmı icraya koymamalı, alacaklıdan bu konuda gerekli işlemi yapmasını istemelidir; ancak kendisi mahkeme yerine geçerek ilâmdaki eksikliği tamamlayamaz, ilâmı yorumlayamaz (Muhammet Özekes vd., İcra ve İflâs Hukuku, …, Dokuzuncu Bası, 2022, s.316.).

6. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 25.06.2008 tarihli ve 2008/12-451 Esas, 2008/453 Karar; 28.05.2019 tarihli ve 2017/8-1916 Esas, 2019/616 Karar; 21.09.2021 tarihli ve 2017/12-750 Esas, 2021/1048 Karar sayılı kararlarında da ilâmların infaz edilecek kısmının hüküm bölümü olup hükmün içeriğinin aynen infazının zorunlu olduğu vurgulanmıştır.

7. Alacaklının bir ilâma dayanarak ilâmlı icra takibi yapabilmesi için hükmün kesinleşmiş olması kural olarak şart değildir; hüküm kesinleşmeden de alacaklı ilâmlı icra yoluna başvurabilir. Karara karşı kanun yoluna başvurulmuş olması (istinaf veya temyiz) kural olarak ilâmın icrasını durdurmayacaktır (6100 sayılı Kanun md. 350, 367/1). Ancak bazı istisnai durumlarda ilâm kesinleşmedikçe icraya konulamaz. 6100 sayılı Kanun’un yukarıda yer verilen 367 nci maddesinin ikinci fıkrasına göre kişiler hukuku, aile hukuku ve taşınmaz mal ile ilgili ayni haklara ilişkin kararlar kesinleşmedikçe yerine getirilemez. Madde gerekçesinde de bu husus şu şekilde açıklanmıştır: “…Hukukumuzda eskiden beri bazı kararların kesinleşmedikçe yerine getirilmemesi de (icraya konulmaması) benimsenmiş bir ilkedir (örneğin, Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanunun 34, Sayıştay Kanununun 64, İdarî Yargılama Usulü Kanununun 52, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 536 ncı maddesinde olduğu gibi).
Bu düzenlemeye sadık kalınarak, maddede değişiklik yapılmadan, kişiler ve (nafaka kararları hariç) aile hukukuna, taşınmaz mal ile ilgili aynî haklara ilişkin kararların kesinleşmedikçe yerine getirilemeyeceği, maddenin ikinci fıkrasında açıklanmıştır.”

8. Hemen belirtmek gerekir ki, aynı düzenlemeye mülga 1086 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 443 üncü maddesinin dördüncü fıkrasında “…Gayrimenkule ve buna mütaallik aynı haklara ve aile ve şahsın hukukuna mütedair hükümler katiyet kesbetmedikçe icra olunamaz…” hükmü ile yer verilmiştir. Kanun koyucunun böyle bir düzenleme öngörmesinin nedeni, bu maddede sözü edilen ilâmların temyiz incelemesi sonucunda bozulması durumunda, eski hâlin iadesinin sağlanmasının son derece güç olacağı düşüncesinden kaynaklanmaktadır (Tanrıver, s. 153). Gerek gayrimenkullere, gerek şahıs ve aile hukukuna ilişkin hükümlerin icrası tapu sicilleriyle ahvali şahsıye sicillerindeki kayıtların değiştirilmesini gerektirir. Kanun yolu yargılaması sonunda hükmün bozulması ve aksi istikamette yeni bir hükmün çıkması hâlinde ise bu sicillerde tekrar değişiklik yapmak zorunluluğu ile karşılaşılır. Bu arada hüsnüniyet sahibi kimselerin o kayıtlara dayanarak yaptıkları işlemlerin akıbetinin ne olacağı sorunu ortaya çıkabilir. (Bilge, …: Medeni Yargılama Hukukunda Karar Düzeltme, Ankara 1973, s. 171- 172). İşte bu gibi sakıncaları önlemek adına kişiler hukuku, aile hukuku ve taşınmaz mal ile ilgili ayni haklara ilişkin kararların kesinleşmedikçe yerine getirilemeyeceği kabul edilmiştir.

9. Bu genel açıklamalardan sonra 6100 sayılı Kanun’un 367 nci maddesinin ikinci fıkrasının uyuşmazlıkla ilgili olan “taşınmaz mal ile ilgili ayni haklara ilişkin kararlar” kısmına yönelik açıklama yapılmasında yarar bulunmaktadır. Bu itibarla öncelikle ilgili kavramlar üzerinde kısaca durulmalı, sonrasında somut olay ile ilgili değerlendirme yapılmalıdır.

10. Türk Hukuk Lûgatında taşınmaz “Yeri değiştirilemeyen iyelik (mülkiyet) konusu olan mallar” olarak tanımlanmıştır (Türk Hukuk Lûgatı Türkçe-Türkçe Cilt I, Ankara, 2021, s.819). Aynî haklar ise eşya üzerinde doğrudan hâkimiyet sağlayan ve bu nedenle herkese karşı ileri sürülebilen mutlak haklardır. Kural olarak taşınmazlar üzerindeki ayni haklar tescille kazanılır [4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (4721 sayılı Kanun) md. 705/1]. Tescil, tapu kütüğünde ayni hakka ilişkin kaydı ifade eden teknik bir terimdir. Tapu sicilinin taşınmazlar üzerindeki ayni hakları gösterebilmesi için öncelikle taşınmazın tapu siciline kaydı gerekmektedir. Çünkü 4721 sayılı Kanun’un 1000 inci maddesinin birinci fıkrasında, her taşınmaza kütükte bir sayfa açılacağı belirtilerek, tapu sicilinin oluşturulmasında ayni sistem adı verilen sistem kabul edilmiştir.

11. Tapu sicili, 4721 sayılı Kanun’un 7 nci maddesi uyarınca içeriğinin doğruluğu karine olarak kabul edilen bir resmî sicildir. Devlet, nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş, bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağlamış, iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş, değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarak da tapuya itimat edip, taşınmaz mal edinen kişinin iyi niyetini korumak zorunluluğunu duymuştur. Bu itibarla, tapuda taşınmazla ilgili kayıtlara ilişkin olarak tapu siciline güven ilkesi benimsenmiştir.

12. Bu çerçevede taşınmaz mal ile ilgili ayni haklara ilişkin kararların kesinleşmeden icra edilemeyeceğine ilişkin kuralın ihdas gerekçesinin ayrıca açıklanması önem arz etmektedir. Bu kuralın temelinde, taşınmazların yüksek ekonomik değer taşımaları yatmaktadır. Taşınmazlara ilişkin ilâmların icrası tapu sicilinde değişiklik yapılmasını gerektireceğinden ilâm kesinleşmeden yapılan değişiklikler, daha sonra ilâmın bozulması ve aksi yönde bir ilâm verilmesi durumunda tapu sicili kayıtlarında tekrar değişikliğe yol açar. Bu süreçte iyiniyetli kişilerin tapu sicili kayıtlarına güvenerek yaptıkları işlemler ve kazandıkları hakların durumu ise ayrı bir tartışma konusu olur. Bu tür telafisi güç veya imkansız sakıncaların doğmasını önlemek için kanun koyucu, taşınmaz mala ve taşınmaz mal üzerindeki ayni haklara ilişkin ilâmların ancak kesinleştikten sonra icra edilmesine izin vermiştir (Mustafa Serdar Özbek, Avrupa Birliği ve Türk Hukukunda İlâmlı İcranın Etkinliği, 4. Baskı, Ankara, 2022, s.805). Buna karşılık taşınmazın aynına ilişkin olmayan (taşınmaz üzerindeki kişisel-şahsi haklara ilişkin olan) ilâmların icraya konulabilmesi için kesinleşmiş olmalarına gerek yoktur; yani bu ilâmlar kesinleşmeden icraya konulabilir (Baki Kuru, İcra ve İflas Hukuku El Kitabı, Ankara, 2013, s.923).

13. Somut uyuşmazlıkta, 19.11.2020 tarihli takip talebi ile Antalya Genel İcra Dairesinin 2020/254648 Esas sayılı icra dosyası üzerinden alacaklılar tarafından şikâyetçi borçlular aleyhine ilâmlı icra takibi başlatıldığı, takibe dayanak ilâmın ise Antalya 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin 16.10.2020 tarihli ve 2019/377 Esas, 2020/275 Karar sayılı kararı olduğu görülmektedir. Takibe dayanak karardan; asıl davada davacıların gayrimenkul satış vaadi sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil talebinde bulundukları, Mahkemece ifa tarihinde satışa konu taşınmazın belirlenebilir nitelikte bulunmadığından davanın reddine dair verilen kararın temyizi üzerine Yargıtay 14. Hukuk Dairesi tarafından “sözleşmenin değişen durumlara tahvili kuralına göre, satışı vadedilen taşınmazların gittilerinden vadedilen 6.000 m2’ye karşılık gelen kısmın belirlenmesi ve bu paya göre tescil hükmü kurulması” gerekçesi ile kararın bozulduğu, bozma kararından sonra davanın ıslah edilerek talebin bedele dönüştürüldüğü ve satışı vadedilen 6.000 m2’lik kısmın dava tarihindeki değeri olarak belirlenen tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalılardan tahsiline karar verilmesinin talep edildiği, birleşen davada ise gayrimenkul satış vaadi sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil isteminde bulunulduğunu, bu davanın asıl dava ile birleştiği, yapılan yargılama sonucunda davanın kısmen kabulüne karar verildiği anlaşılmaktadır. Kararın hüküm kısmı;
“A)Asıl dava yönünden,
1-Davanın kısmen kabulüne,
2-5.757.815,22 TL’nin 10/04/2007’den işleyecek kanuni faizi ile davalılardan alınarak davacıya verilmesine,
3-Fazla istemin reddine,….
B) Antalya 8. Asliye Hukuk Mahkemesinden birleşen 2009/91E.sayılı dava yönünden,
1-492 sayılı Kanunun 16,28 ve 30.maddeleri ile HMK’nın 150.maddesi uyarınca davanın açılmamış sayılmasına…” şeklindedir.

14. Şikâyet konusu ilâmlı icra takibinde alacaklılar vekili tarafından 5.757.815,22 TL asıl alacak ile karar ve ilâm harcı, yargılama gideri, vekâlet ücreti, işlemiş faiz olmak üzere toplam 13.060.862,95 TL’nin tahsili talep edilmiştir. Bu açıklamalara göre alacaklılar tarafından ilâmlı icra takibine konu edilen mahkeme kararında para alacağının hüküm altına alındığı ve ilâmlı icra takibinde para alacağının tahsilinin talep edildiği dikkate alındığında, somut uyuşmazlıkta taşınmaz mal ile ilgili ayni hakka ilişkin bir kararın söz konusu olmadığı açıktır. Diğer taraftan takibe dayanak mahkeme kararının cebri icra yolu ile yerine getirilmesi durumunda tapu sicilinde herhangi bir değişikliğin ortaya çıkmayacağı da ortadadır. Bu anlamda taşınmaz mal ile ilgili ayni hakka ilişkin bir mahkeme kararının söz konusu olup olmadığı belirlenirken, kararın yerine getirilmesi durumunda tapu sicilinde değişikliğe yol açıp açmayacağı gözetilmek suretiyle sonuca gidilmelidir. Aksi düşüncenin kabulü hâlinde; takibe konulan ilâmın hüküm kısmının nazara alınmayıp, davanın türü ve niteliğinin icra müdürü tarafından kontrol edilmesini gerektirir ki bu durum hem yasal olarak hem de fiilen mümkün bulunmamaktadır.

15. Özellikle vurgulamak gerekir ki, ilâmlı icra bakımından önemli olan davanın türü değil, hükmün niteliğidir. Yukarıda da ayrıntılı olarak açıklandığı üzere bir ilâmın infaz edilecek kısmı hüküm bölümüdür. Somut olayda takibe dayanak ilâm tapu sicil kayıtlarında değil, mal varlığında değişiklik oluşturacak nitelikte olduğundan ilâmın takibe konulması için kesinleşmesi gerekmemektedir.

16. Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 10.11.2020 tarihli ve 2017/8-2833 Esas, 2020/855 Karar ve 28.12.2022 tarihli ve 2021/12-281 Esas, 2022/1937 Karar sayılı kararlarında da benzer sonuçlara varılmıştır.

17. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, ilâmlı icra takibine dayanak karardan anlaşıldığı üzere somut olayda gayrimenkul satış vaadi sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil istemi ile dava açıldığı, mahkemece verilen kararın bozulmasından sonra ıslah ile talebin tazminata dönüştürülmesinin ve para alacağının hüküm altına alınmasının davanın temelde taşınmazın aynına ilişkin olmasını değiştirmediği, takibe dayanak ilâmın temyiz edildiği, kararın bozulması durumunda tapu iptali ve tescil kararı verilebileceği, bu nedenle kesinleşmeden takibe konulamayacağı, ayrıca takibe dayanak karara göre açılmamış sayılmasına karar verilen birleşen davada da tapu iptali ve tescil talebinin bulunduğu, bozma kararının yerinde olduğu ileri sürülmüş ise de bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

18. Bu nedenle, usul ve yasaya uygun direnme kararının onanmasına karar vermek gerekmiştir.
VII. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Borçlular vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının ONANMASINA,

Harç peşin alındığından harç alınmasına yer olmadığına,

Dosyanın kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,

29.03.2023 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.

HMK Madde 294 Hüküm, hükmün verilmesi ve tefhimi

Yargıtay İçtihatları

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2022/1234E. , 2023/89K.

  • HMK Madde 294
  • Hüküm, hükmün verilmesi ve tefhimi

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
SAYISI : 2015/82 E., 2015/241 K.
KARAR : Davanın kısmen kabulüne

1. Taraflar arasındaki sözleşmelerin davalı tarafından haksız feshedildiğinin tespiti, geçici kabul veya tasfiye tutanağı düzenlenerek muarazanın giderilmesi, davalının SGK ile vergi dairesine yazı yazmasının sağlanması ve teminat mektuplarının iadesi davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, … Anadolu 13. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 15. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten ve direnme kararının verildiği tarih itibariyle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) Geçici 3 üncü maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun (HUMK) 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanun ile değişiklikten önceki hâliyle 438 inci maddesinin ikinci fıkrası gereğince direnme kararlarının temyiz incelemesinde duruşma yapılamayacağından davalı vekilinin duruşma isteğinin reddine karar verildikten sonra gereği düşünüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkili şirket ile davalı arasında imzalanan üç adet sözleşme ile müvekkilinin Alemdar Beldesi Yeni Belediye Hizmet Binası İkmal İnşaatı, Mekanik Tesisat İkmal İnşaatı ve Elektrik Tesisatı İkmal İnşaatı işlerini üstlendiğini, sözleşmeler uyarınca 15.07.2003 tarihli 11.120,00 TL bedelli kesin teminat mektuplarının davalıya verildiğini, kesinleşen hakediş belgelerine göre müvekkilinin edimlerini %90-95 oranında bitirmesine rağmen, davalı tarafından cebren inşaat sahasından çıkarılarak işleri tamamlamasının engellendiğini, davalının Bayındırlık İşleri Genel Şartnamesinin sözleşmenin bozulması (fesih) ve tasfiyesini düzenleyen 47 nci maddesine aykırı şekilde bozulan sözleşmelere konu işlerin hesabını genel hükümlere göre yapmadan ve sözleşmelerin bozulduğu tarihe ait durum tespit tutanağı düzenlemeden müvekkilini inşaat sahasından uzaklaştırıp kalan işleri de kendisi yaparak hizmet binasına taşındığını, binaya taşınmasına rağmen 03.07.2004 tarihinden itibaren tasfiye tutanağı düzenlemeyen davalının, müvekkili şirketin SGK, vergi dairesi ve banka gibi resmî daireler ile sözleşmelerden doğan ilişkilerini kasıtlı olarak sonlandırmadığını, müvekkili tarafından 22.09.2004 tarihinde ihtarname gönderildiği hâlde, davalının geçici kabulleri yapmadığını ve 24.07.2006 tarihli yazısı ile sözleşmelerden kaynaklanan ve taahhüde bağlanan işleri fiilen feshettiğini bildirdiğini, yapılan feshin haksız ve hukuka aykırı olduğunu ileri sürerek davalının tek taraflı ve haksız eylemi ile müvekkili şirketin üstlendiği eser sözleşmelerinin münfesih olduğunun hükmen tespitine, davalının zorla müvekkilini inşaat sahasından uzaklaştırarak binayı gayri resmî şekilde teslim aldığı 03.07.2004 tarihi itibariyle müvekkili şirketin uhdesinden alınan işler hakkında geçici kabul tutanağı veya tasfiye tutanağı düzenlenmesine ve bu suretle muarazanın giderilmesine, bu konuda davalıya SGK ve vergi dairesine yazı yazması için ödev yüklenmesine, sözleşmeler uyarınca davalıya verilen teminat mektuplarının iadesine karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı Cevabı
5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; müvekkili ile davacının 15.07.2003 tarihinde dava konusu üç adet sözleşmeyi imzaladığını, ancak davacının sözleşmelere göre üstlendiği edimlerini tam olarak ve zamanında ifa etmeyerek eksik bıraktığını, davacının kusurlarından dolayı müvekkilinin haklı şekilde sözleşmeleri feshettiğini, SGK ilişiksizlik belgesinin sunulması hâlinde müvekkilinin teminat mektuplarını iade etmeye hazır olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.

İlk Derece Mahkemesinin Birinci Kararı
6. Ümraniye 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 24.03.2010 tarihli ve 2007/489 Esas, 2010/172 Karar sayılı kararı ile; davalının her zaman inşaatı teknik elemanları ile denetleyip proje dışı yapılan işleri tespit edebileceği, gerektiğinde gerekli uyarıları yaparak bunları düzelttirebileceği, şayet yüklenici şirket yükümlülüklerini yerine getirmezse dava açma hakkına sahip olduğu, ancak dosya kapsamında davalının böyle bir eylemi bulunmadığı gibi davacı yüklenici şirketin inşaatı sözleşmeye aykırı ve proje dışı yaptığına dair herhangi bir belgenin de olmadığı gerekçesiyle davanın kabulüne, davalının haksız ve tek taraflı eylemi ile davacının üstlendiği eser sözleşmesinin münfesih olduğuna, davalı taraf zorla davacı şirketi inşaat sahasından uzaklaştırdığından ve binayı da gayri resmî olarak 03.07.2004 tarihinde teslim aldığından, bu tarih itibariyle geçici kabulün yapıldığının tespitine ve muarazanın bu şekilde giderilmesine, bu konuda davalı belediyece SSK ve vergi dairesine yazı yazılmasına, teminat mektuplarının davacıya iadesine karar verilmiştir.

Özel Dairenin Birinci Bozma Kararı
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

8. Yargıtay (Kapatılan) 15. Hukuk Dairesinin 31.01.2012 tarihli ve 2010/6548 Esas, 2012/422 Karar sayılı kararı ile;
“…..1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davalı belediyenin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazları yerinde görülmemiş, reddi gerekmiştir.

2-Davacı vekili dava dilekçesinde SGK’ya ve vergi dairesine davalı … tarafından gerekli yazıların yazılmasına karar verilmesini istemiş, mahkemece bu istek kabul edilmiştir. Davalı … tarafından SGK’ya ve vergi dairesine yazıların yazılması idari işlem niteliğindedir. Adli yargı mahkemelerinin idareyi belli bir şekilde davranmaya zorlama yetkileri bulunmamaktadır. Mahkemece bu konuda yanılgıyla düşülerek SGK’ya ve vergi dairesine davalı belediyeyi yazı yazmaya zorlayıcı şekilde hüküm kurulması doğru olmamıştır.

Kararın bu nedenle bozulması gerekirse de bu yanlışlığın giderilmesi yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden, HMK’nın geçici 3. maddesi yollaması ile HUMK’nın 438/VII. maddesi uyarınca kararın düzeltilerek onanması uygun bulunmuştur.

SONUÇ: Yukarıda 1. bentte açıklanan nedenlerle davalı belediyenin sair temyiz itirazlarının reddine, 2. bent uyarınca kararın hüküm fıkrası 3 numaralı bendinin karardan tamamen çıkarılmasına, yerine “Davacı vekilinin SGK’ya ve vergi dairesine davalı … tarafından yazı yazılmasına ilişkin isteminin reddine” cümlesinin yazılmasına, kararın değiştirilmiş bu şekli ile DÜZELTİLEREK ONANMASINA, …31.01.2012 gününde oybirliğiyle karar verildi…” gerekçesiyle karar düzeltilerek onanmıştır.

9. Özel Dairenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili karar düzeltme isteminde bulunmuştur.

10. Yargıtay (Kapatılan) 15. Hukuk Dairesinin 15.05.2013 tarihli ve 2012/3726 Esas, 2013/3122 Karar sayılı kararı ile;
“…Dava, sözleşmenin davalı Belediyece haksız feshedildiğinin tespiti, muarazanın giderilmesi, teminat mektuplarının iadesi ve SGK ile Vergi Dairesine tasfiye tutanağı düzenlenerek yazı yazılmasına karar verilmesi istemiyle açılmıştır. Davalı süresinde ifa olunmaması nedeniyle sözleşmenin haklı olarak feshedildiğini, davacının fesihte kusurlu olduğundan bahisle munzam zarar istemine ilişkin davasının reddedildiğini, ilişik kesmek için ilgili kurumlara gerekli evrakın gönderildiğini, davacının ilişiksizlik belgesi sunması halinde teminat mektuplarının iade olunacağını belirterek ve kesin hüküm yasağı teşkil eden kararlar nedeniyle de davanın reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuştur.

Mahkemece eser sözleşmesinin davalının haksız ve tek taraflı eylemiyle münfesih olduğuna, davalının zorla davacı şirketi inşaat şirketinden uzaklaştırdığının, inşaatı da gayri resmi olarak 03.07.2004 tarihinde teslim aldığının, geçici kabulün bu tarih itibariyle yapıldığının tespitine ve muarazanın bu şekilde giderilmesine, SSK ve Vergi Dairesine bu konuda yazı yazılmasına, teminat mektuplarının davacıya iadesine karar verilmiş, davalı temyizi üzerine Dairemizce idareyi zorlayacak karar verilmeyeceği gerekçesiyle kararın, SGK ve Vergi Dairesine yazı yazılmasına ilişkin bölümü kaldırılmak suretiyle karar onanmış, bu defa davalının karar düzeltme istemi ile dosya yeniden incelenmiştir.

Taraflar arasında aynı sözleşme ilişkisi nedeniyle Ümraniye 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2004/205 Esas sayılı dosyasında açılan davada, hakedişten kaynaklanan alacak ile haksız fesih sonucu yaptırılmayan işler nedeniyle müteahhitlik kârının davalı Belediyeden tahsiline karar verilmesi istenilmiş, mahkemece inşaatı sürede teslim etmeyerek davacının temerrüde düştüğü, davalı Belediyenin temerrüt tarihinden sonra 03.07.2004 tarihinde binaya girdiği, bu nedenle müteahhidin süresinde inşaatı tamamlayamadığından kâr kaybı isteyemeyeceği, sadece hakedişten kaynaklanan alacağını isteyebileceği kabul edilerek fazlaya ilişkin istem reddedilmek suretiyle hakediş alacağına hükmedilmiş, karar, davalı temyizi üzerine Dairemizce onanmış, karar düzeltme isteminde bulunulmadığından 20.05.2008 tarihinde kesinleşmiştir. Görülüyor ki davacı yüklenicinin fesihte haksız olduğu kesinleşen ilâmla sabit olmuştur. Bu durumda eldeki davada yeniden fesihte davalı Belediyenin haksız olduğuna karar verilemez.

Öte yandan taraflar arasındaki sözleşmenin 27. maddesinde, fesih halinde Yapım İşleri Genel Şartnamesi’nin uygulanacağı belirtilmiş, anılan Şartnamenin 48. maddesinde, sözleşmenin feshedilmesi durumunda kesin teminatların gelir kaydedileceği ve gelir kaydedilen teminatların yüklenicinin borcuna mahsup edilemeyeceği hükmüne yer verilmiştir. Ne var ki davalı vekili cevap dilekçesinde, SSK kurumundan ilişik kesme yazısı getirilmediğinden iade edilemediğini, ilişiksizlik belgesi getirildiği takdirde iade etmeye hazır olduklarını kabul etmiştir. Bu durumda ilişiksizlik belgesi ibraz ettirilerek teminat mektuplarının iadesine karar verilmesi gerekirken bu husus incelenmeden iade kararı verilmesi de doğru olmamıştır. Yine az yukarıda değinilen ve Yargıtay incelemesinden geçerek kesinleşen ilâmda, 03.07.2004 tarihi itibariyle teslimin yapıldığı kabul edildiğine göre eldeki bu davada yeniden aynı tarih itibariyle ilişkinin sona erdiğinin tespitine karar verilmesi de usul ve yasaya aykırıdır.

O halde mahkemece yapılması gereken iş davacının sözleşmenin haksız feshedildiğinin tespitine, muarazanın giderilmesine, SSK ve Vergi Dairesine yazı yazılmasına ilişkin istemlerinin reddine, SSK’dan ilişiksizlik belgesi ibraz etmesi için süre verilmesine, ibraz ettiğinde teminat mektuplarının iadesine karar vermekten ibarettir. Mahkeme kararının açıklanan bu nedenlerle bozulması gerekirken yanlışlıkla sair kısımlar reddedilerek düzeltilerek onanmış olduğu anlaşıldığından karar düzeltme isteminin kabulü ile Dairemizin düzeltilerek onama kararının kaldırılmasına ve mahkeme kararının bozulmasına karar verilmesi gerekmiştir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.

İlk Derece Mahkemesinin İkinci Kararı
11. … Anadolu 13. Asliye Hukuk Mahkemesinin 13.03.2014 tarihli ve 2013/376 Esas, 2014/110 Karar sayılı kararı ile; Özel Dairenin bozma kararına uyularak kısa kararda;

“…1-Davacının DAVASININ KISMEN KABULÜ İLE, davacı ile davalı arasındaki iş sözleşmesinin haksız olarak feshedildiğinin tespitine, muarazanın bu şekilde düzeltilmesine, SGK ve Vergi Dairesine yazı yazılmasına ilişkin taleplerin reddine, teminat mektuplarının davacıya iadesine,…” karar verilmiş; gerekçeli kararın hüküm fıkrasında ise;

“…1-Davacının DAVASININ KISMEN KABULÜ İLE, 2-Davacı ile davalı arasındaki iş sözleşmesinin haksız olarak feshedildiğinin tespitine, muarazanın bu şekilde düzeltilmesine, 3- SGK ve Vergi Dairesine yazı yazılmasına ilişkin taleplerin reddine, 4- Davalının feshedilen davaya konu sözleşme sebebi ile davacıdan almış olduğu tüm teminat mektuplarının davacıya iadesine,…” karar verilmiştir.

Özel Dairenin İkinci Bozma Kararı
12. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

13. Yargıtay (Kapatılan) 15. Hukuk Dairesinin 26.11.2014 tarihli ve 2014/5398 Esas, 2014/6835 Karar sayılı kararı ile;
“…Dava, sözleşmenin davalı … tarafından haksız feshedildiğinin tespiti, muarazanın giderilmesi, teminat mektuplarının iadesi ve SGK ile Vergi Dairesi’ne davalı … tarafından gerekli yazıların yazılmasının temini istemleriyle açılmış, mahkemenin; Dairemiz’in 15.05.2013 gün 2013/3726-3122 Esas ve Karar sayılı bozma ilâmına uyularak davanın kısmen kabulüne dair kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

HUMK’nın 382. maddesi ve 6100 sayılı HMK’nın 294. maddesi gereğince sonradan yazılacak gerekçeli kararın kısa karara uygun olması gerekir. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu’nun 10.04.1992 gün ve 1991/7 Esas, 1992/4 Karar sayılı ilâmında da kısa kararla gerekçeli kararın çelişik bulunmasının bozma nedeni olacağı belirtilmiştir. Somut olayda mahkemece, kısa kararda “Davacı ile davalı arasındaki iş sözleşmesinin haksız olarak feshedildiğinin tespitine, muarazanın bu şekilde düzeltilmesine, SGK ve Vergi Dairesi’ne yazı yazılmasına ilişkin istemlerin reddine” karar verilmişken, taraflara tebliğe çıkartılan gerekçeli kararda ise “Davacı ile davalı arasındaki sözleşmenin haksız olarak feshedildiğinin tespitine, muarazanın bu şekilde düzeltilmesine” şeklinde kabul kararı verilmiş olup, bu hali ile kısa karar ile gerekçeli kararın çelişkili olduğu açıktır. Mahkemece yapılacak iş, bozmadan sonra önceki kısa karar ile bağlı olmaksızın vicdani kanaate göre yeni bir karar vermekten ibarettir. Kararın bu nedenle bozulması uygun bulunmuştur…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.

Direnme Kararı
14. … Anadolu 13. Asliye Hukuk Mahkemesinin 02.06.2015 tarihli ve 2015/82 Esas, 2015/241 Karar sayılı kararı ile; kısa karardaki hüküm içeriği ile gerekçeli karardaki hüküm içeriğinin aynı olduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi
15. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK
16. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; mahkemece Özel Dairenin birinci bozma kararına uyularak verilen ikinci kararda, kısa karar ile gerekçeli karar arasında çelişki bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.

IV. GEREKÇE
17. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle Usul Hukukunda “hüküm” ile ilgili kavram ve yasal düzenlemelerin irdelenmesinde fayda vardır.

18. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 294 üncü maddesinde düzenlendiği üzere; hüküm, yargılamanın sona erdiği duruşmada oluşturulur ve tefhim edilir. Türk Hukuk Lûgatında da “hüküm” Hukuk Muhakemeleri Usulünde yargıcın inceleme ve yargılama sonucu taraflara yükletilen külfeti, görevi ve tanınan haklar ile yetkileri gösteren beyanı, yani uyuşmazlığı sonuçlandıran karar olarak tanımlanmıştır (Türk Hukuk Lûgatı, Türk Hukuk Kurumu, Cilt I, Ankara 2021, s. 507). Hükmün tefhimi, hüküm sonucunun duruşma tutanağına geçirilerek okunması suretiyle gerçekleştirilir.

19. Bilindiği üzere 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren HMK’nın 297 nci maddesi bir mahkeme hükmünün neleri kapsaması gerektiğini açıklamıştır. Buna göre;
“(1) Hüküm “Türk Milleti Adına” verilir ve bu ibareden sonra aşağıdaki hususları kapsar:
a) Hükmü veren mahkeme ile hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin ad ve soyadları ile sicil numaraları, mahkeme çeşitli sıfatlarla görev yapıyorsa hükmün hangi sıfatla verildiğini,
b) Tarafların ve davaya katılanların kimlikleri ile Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası, varsa kanuni temsilci ve vekillerinin ad ve soyadları ile adreslerini,
c) Tarafların iddia ve savunmalarının özetini, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebepleri,
ç) Hüküm sonucu, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresini,
d) Hükmün verildiği tarih ve hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin imzalarını,
e) Gerekçeli kararın yazıldığı tarihi,
(2) Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir”.

20. Anılan düzenlemeye göre bir mahkeme kararında, tarafların iddia ve savunmalarının özetlerinin, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususların, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delillerin, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesinin, sabit görülen vakıalarla, bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebeplerin birer birer, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerekli olup bu kısım, hükmün gerekçe bölümüdür.

21. Kararın açık ve gerekçeli olması hukuki dinlenilme hakkının sağlanması açısından önemlidir. Tarafların ileri sürdüğü iddia ve savunmalar ve bunların dayandıkları deliller, kararda tartışılıp gerekçeleri açıklandığı ölçüde karar, hukuki dinlenilme hakkına uygun bir karar olacaktır. İddia ve savunmaların kararda tartışılması, gösterilen delillerin incelenmesi, neden bir kısmının diğerine üstün tutulduğunun belirtilmesi ancak gerekçeyle mümkün olacaktır.

22. Gerekçe sayesinde kararların doğru olup olmadığı denetlenebilir. Gerekçesiz bir kararın üst mahkeme tarafından denetlenmesi de mümkün değildir. Gerekçe, doyurucu olmalı, kararın neden, nasıl, hangi hukuki gerekçeyle ve hangi deliller değerlendirilmek suretiyle verildiği hususlarını içermelidir. Bu hususları içermeyen kararların gerekçeli olduğundan bahsedilemez.

23. Hâkim, gerekçe sayesinde verdiği hükmün doğru olup olmadığını, yani kendini denetler. Üst mahkeme de bir hükmün hukuka uygun olup olmadığını ancak gerekçe sayesinde denetleyebilir. Taraflar da ancak gerekçe sayesinde haklı olup olmadıklarını daha iyi anlayabilirler. Bir hüküm, ne kadar haklı olursa olsun, gerekçesiz ise tarafları tatmin etmez (Baki Kuru/ Ramazan Arslan/ Ejder Yılmaz,: Medeni Usul Hukuku, 22. Baskı, Ankara 2011, s. 472).

24. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın (Anayasa) 141 inci maddesinin üçüncü fıkrasında, “Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli yazılır” hükmü bulunmaktadır. Bu hüküm ile gerekçenin önemi Anayasa düzeyinde vurgulanmış olup, gerekçe ve hüküm birbirine sıkı sıkıya bağlıdır.

25. Kanunun aradığı anlamda oluşturulacak kararların hüküm fıkralarının açık, anlaşılır, çelişkisiz, uygulanabilir olmasının gerekliliği kadar; kararın gerekçesinin de sonucu ile tam bir uyum içinde o davaya konu maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyması gerekir.

26. Zira tarafların o dava yönünden, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtayın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için ortada, usulüne uygun şekilde oluşturulmuş; hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini ayrıntılarıyla gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması zorunludur.

27. Aksi hâlde tarafları, adalete uygun karar verildiği ve yargılamanın adil yapıldığına ikna edebilecek, mantıksal tutarlılık taşıyan kanuna uygun verilerek yazılmış yasa yolu denetimine elverişli bir hükmün varlığından söz edilemez.

28. Nitekim 07.06.1976 tarihli ve 1976/3-4 Esas, 1976/3 Karar sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçesinde yer alan “Gerekçenin ilgili bilgi ve belgelerin isabetle takdir edildiğini gösterir biçimde geçerli ve yasal olması aranmalıdır. Gerekçenin bu niteliği yasa koyucunun amacına uygun olduğu gibi, kararı aydınlatmak, keyfiliği önlemek ve tarafları tatmin etmek niteliği de tartışma götürmez bir gerçektir” şeklindeki açıklama ile de aynı ilkeye vurgu yapılmıştır.

29. Mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılması gerektiğini öngören Anayasa’nın 141 inci maddesinin üçüncü fıkrası ve aynı yönde bir düzenleme içeren HMK’nın 297 nci maddesi işte bu amacı gerçekleştirmeye yöneliktir (Hukuk Genel Kurulunun 07.10.2021 tarihli ve 2018/9-951 Esas, 2021/1180 Karar sayılı kararı).

30. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 294/1 inci maddesinde mahkemelerin önüne gelen uyuşmazlığı usule veya esasa ilişkin bir nihai kararla sona erdireceği belirtilmektedir. Bilindiği üzere, hâkimin davadan el çekmesini gerektiren, davayı sonuçlandıran kararlarına nihai kararlar denilmektedir. Başka bir anlatımla; nihai karar (son karar), bir anlaşmazlığı sonuca bağlayan ancak, istinaf ve temyiz yoluna başvurma olanağı bulunan yargı kararlarıdır (Türk Hukuk Lûgatı, Türk Hukuk Kurumu, Cilt I, Ankara 2021, s. 661-662).

31. Mahkemece yapılan yargılama sonucunda uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmiş ise; buna “nihai karar (hüküm)” denilmektedir. Uyuşmazlığı usule ilişkin kararlarla sonuçlandıran mahkeme kararları, hüküm teşkil etmeyen usule dair nihai kararlardır. Bu nedenle “karar” sözcüğünün kapsamına hem maddi hukuka ilişkin “hüküm” adı verilen nihai kararlar hem de usule ilişkin nihai kararlar girmektedir. Nihai karar kapsamına da hem hüküm niteliğindeki kararlar hem de usule ilişkin kararlar dâhil bulunmaktadır (Hukuk Genel Kurulunun 02.11.2022 tarihli ve 2020/(15)6-609 Esas, 2022/1424 Karar sayılı kararı).

32. Mahkemelerin direnme kararları da bir davayı sona erdiren (nihai) temyizi mümkün son kararlardandır. Direnme kararlarının hukuksal niteliklerinin doğal sonucu ve gereği olarak, Hukuk Genel Kurulunun yapacağı inceleme ve değerlendirme, bozma üzerine mahkemelerce verilmiş direnme kararlarına münhasır olduğundan inceleme sırasında gözeteceği temel unsurlardan birini bozmaya karşı tarafların beyanlarının tespiti ile uyulup uyulmama konusunda verilen ara kararları ile sonuçta hüküm fıkrasını içeren kısa ve gerekçeli kararların birbiriyle tam uyumu ve buna bağlı olarak kararın ortaya konulan sonucuna uygun gerekçesi oluşturmaktadır. Bunlardan birisinde ortaya çıkacak farklılık ya da aksama çelişki doğuracaktır ki, bunun açıkça usul ve yasaya aykırılık teşkil edeceği kuşkusuzdur.

33. Başka bir ifadeyle, mahkemece düzenlenecek kısa ve gerekçeli kararlara ilişkin hüküm fıkralarında Özel Daire bozma kararına hangi açılardan uyulup hangi açılardan uyulmadığının hüküm fıkrasını oluşturacak kalemler yönünden tek tek ve anlaşılır biçimde kaleme alınması, kararın gerekçe bölümünde bunların nedenlerinin ne olduğu, bozmanın niçin yerinde bulunmadığı ve dolayısıyla mahkemenin bozulan önceki kararının hangi yönleriyle hukuka uygun olduğunun açıklanması kararın yargısal denetimi açısından aranan ön koşuldur.

34. Direnme kararları yapıları gereği kanunun hukuka uygunluk denetimi yapmakla görevli kıldığı bir Yargıtay dairesinin bu denetimi sonucunda hukuka aykırı bularak, gerekçesini açıklamak suretiyle bozduğu mahkeme kararının aslında hukuka uygun bulunduğuna, dolayısıyla bozmanın yerinde olmadığına ilişkin iddiaları içerdiklerinden o iddiayı yasal ve mantıksal gerekçeleriyle birlikte ortaya koymak zorundadırlar.

35. Anılan husus kamu düzeni ile ilgili olup gözetilmesi Kanun ile hâkime yükletilmiş bir ödevdir. Aksine düşünce ve uygulama gerek yargı erki ile hâkimin, gerek mahkeme kararlarının her türlü düşünceden uzak, saygın ve güvenilir olması ilkesi ile de bağdaşmaz.

36. Tarafların tüm delilleri toplanıp tetkik edildikten son sözleri dinlenip duruşmanın bittiği bildirildikten sonra hâkimin, HMK’nın 298 inci maddesi uyarınca kararlarını gerekçesi ile birlikte (tam olarak) yazması ve hüküm sonucunu HMK’nın 297/2 nci maddesinde öngörülen biçimde tefhim etmesi asıldır. Mahkemece yargılama sonunda verilen bu kısa karar, bir davayı sona erdiren temyizi mümkün olan (nihai) son kararlardandır. Bu kararla mahkeme davadan elini çeker ve davayı sona erdirmiş olur.

37. Ne var ki, uygulamada HMK’nın 294 üncü maddesinin getirdiği imkândan faydalanarak bazı zorunlu nedenlerle sadece hükmün sonucu tutanağı geçirilip tefhim edilmekte, gerekçeli karar daha sonra yazılmaktadır.

38. İşte bu gibi hâllerde, tarafların hak ve yükümlülüklerini açıkça gösteren tefhim ile aleniyet ve hukuki varlık kazanan kısa karara daha sonra yazılan gerekçeli kararın uygun olması zorunludur. Esasen kısa kararı yazıp tefhim etmekle davadan elini çekmiş olan hâkimin artık bu kararını değiştirmesine yasal olanak bulunmamaktadır. Ayrıca kısa kararla gerekçeli kararın çelişkili olması, Anayasa ile teminat altına alınan yargılamanın açıklığı, kararların alenen tefhim edilmesine ilişkin Anayasa’nın 141 inci maddesi ile HMK’nın yukarıda değinilen buyurucu nitelikteki maddelerine de aykırı bir durum oluşturur.

39. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 294/3 üncü maddesinde; “Hükmün tefhimi, her hâlde hüküm sonucunun duruşma tutanağına geçirilerek okunması suretiyle olur” ifadesine yer verilmiş, anılan Kanunun 298/ 2 nci maddesinde ise; “(2) Gerekçeli karar, tefhim edilen hüküm sonucuna aykırı olamaz” denilmiştir. Bu durumda gerekçeli kararın, tefhim edilen kısa karar yanlış da olsa buna uygun düzenlenmesi gerekmektedir. Yanlışlık ancak Yargıtay yoluna başvurulması ve kararın bozulması hâlinde düzeltilebilir.

40. Hükmün tefhim edilen kısa karara uygun yazılması ve gerekçe taşıması kamu düzeni ile doğrudan ilgili temel kurallardan olup, aksi durumda Anayasa ile teminat altına alınan yargılamanın aleniyeti, adil yargılanma hakkı ilkelerine ve kararların gerekçeli olarak yazılması gerektiğine dair Anayasa ve yasa hükümlerine aykırılık oluşur. Bu aykırılık kamu düzenine ilişkin olup diğer yönler incelenmeden tek başına bozma sebebi olur.

41. Kısa karar ile gerekçeli karar arasında çelişki bulunmasının bozma sebebi yapılması, 10.04.1992 tarihli ve 1991/7 Esas, 1992/4 Karar sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da; “…Kısa kararla gerekçeli kararın çelişik olmasının mutlak bir bozma sebebi oluşturacağı ve bozmadan sonra hakimin önceki kısa kararla bağlı olmaksızın çelişikliği kaldırmak kaydıyla vicdani kanaatine göre karar verebileceği…” şeklinde açıkça benimsenmiştir.

42. Tüm bu açıklamalar çerçevesinde somut olay değerlendirildiğinde, mahkemece Özel Dairenin birinci bozma kararına uyularak verilen ikinci karara ilişkin kısa kararda; “…teminat mektuplarının davacıya iadesine,…” karar verildiği hâlde, gerekçeli kararın hüküm fıkrasının dört numaralı bendinde ise hangi teminat mektupları olduğu da belirtilmeksizin “…4- Davalının feshedilen davaya konu sözleşme sebebi ile davacıdan almış olduğu tüm teminat mektuplarının davacıya iadesine,…” karar verilmek suretiyle kısa karar ile gerekçeli karar arasında çelişki oluşturacak şekilde hüküm kurulması doğru olmamıştır.

43. Bu durumda mahkemece; Anayasanın 141 inci maddesinin üçüncü fıkrası, HMK’nın 294 üncü, 297 nci ve 298/2 nci maddelerine uygun şekilde taraflara yüklenen borç ve tanınan hakkın sıra numarası altında belirtildiği açık, infazda şüphe ve tereddüt uyandırmayacak biçimde usulün aradığı niteliklere haiz kısa karar ve buna uygun gerekçeli karar yazılması, kısa karar ile gerekçeli karar arasında çelişki yaratmayacak şekilde hüküm fıkrasının oluşturulması gerekir.

44. Hâl böyle olunca; Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi doğru olmamıştır.

45. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

IV. SONUÇ
Açıklanan sebeplerle;
Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı, 6217 sayılı Kanun’un 30 uncu maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429 uncu maddesi gereğince BOZULMASINA,
Bozma sebebine göre diğer temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Aynı Kanun’un 440 ıncı maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 15.02.2023 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.