
Tasarruf İlkesi
HMK Madde 24
(1) Hâkim, iki taraftan birinin talebi olmaksızın, kendiliğinden bir davayı inceleyemez ve karara bağlayamaz.
(2) Kanunda açıkça belirtilmedikçe, hiç kimse kendi lehine olan davayı açmaya veya hakkını talep etmeye zorlanamaz.
(3) Tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebilecekleri dava konusu hakkında, dava açıldıktan sonra da tasarruf yetkisi devam eder.
6100 sayılı Kanunda Yer Alan Madde Gerekçesi
Maddeyle, hâkimin bir davaya ancak, taraflardan birinin talebi üzerine bakabileceği, tarafın da bir davayı açmak, takip etmek ve sona erdirmekte serbest olduğu hususu düzenlenmiştir. Bu husus medeni usul hukukunda “tasarruf ilkesi” olarak bilinmektedir. Bu ilke, 1086 sayılı Kanunun 72 ve 79 uncu maddelerinde yer almış iken, bu maddede birinci ve ikinci fıkralar olarak düzenlenmiştir.
Maddenin üçüncü fıkrasıyla, özel hukuktaki hukukî ilişkilerde var olan irade serbestisinin, dava açılmakla doğan kamusal nitelikteki dava ilişkisinde, daha geniş bir ifadeyle, usul ilişkisinde de devam ettiği açıkça ifade edilmektedir. Bu fıkranın, özellikle, ferağdan men şeklindeki ihtiyatî tedbir kararlarının alınmasına engel teşkil etmeyeceği belirtilmelidir. Keza, ikrar (irade açıklaması niteliği ön planda tutulursa) gerçeğe aykırı ise hâkimin bununla bağlı olup olamayacağı da bu başlıkta ele alınması gereken bir konudur.
HMK Madde 24 Tasarruf İlkesi
Yargıtay İçtihatları
1. Hukuk Dairesi 2014/21334 E. , 2017/2197 K.
- HMK Madde 24
- Tasarruf İlkesi
Taraflar arasında görülen tapu iptali, tescil / tenkis davası sonunda, yerel mahkemece muvazaa iddiasının sabit olduğu gerekçesiyle asıl davanın kabulüne, birleşen dava yönünden ise taşınmaz üzerinde bulunan yapının 1/3ünün davalıya, geri kalan 1/3er hisselerinin ise muris ve murisin eşine aidiyetinin tespitine ilişkin olarak verilen karar davalı-birleştirilen dosyada davacı vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi …’nin raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;
KARAR
Asıl dava muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı miras payı oranında tapu iptali ve tescil, mümkün olmazsa tenkis isteklerine ilişkin olup, birleşen dava ise muhdesatın aidiyetinin tespiti istemine ilişkindir.
Davacılar/birleşen davada davalılar, muris babaları …’ın kayden maliki olduğu dava konusu 234 parsel sayılı taşınmazı 05.05.2003 tarihinde davalı oğluna tapuda satış göstermek suretiyle temlik ettiğini, murisin ekonomik durumu iyi olduğundan taşınmazı satmayı gerektirecek bir nedenin olmadığını, yapılan temlik işleminin mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek miras payları oranında tapu iptali ve tescil mümkün olmaz ise tenkis istemişler, birleşen davada taşınmaz üzerinde bulunan yapının murisleri tarafından yapıldığını belirtip davanın reddini savunmuşlardır.
Davalı/birleşen davada davacı, taşınmazı bedelini ödeyerek temlik aldığını ve taşınmaz üzerine ev yaptığını, muvazaanın söz konusu olmadığını belirtip davanın reddini savunmuş, birleşen davada ise taşınmaz üzerinde bulunan evin kendisine ait olduğunun tespiti ile adına tescilini istemiştir.
Mahkemece, muvazaa iddiasının sabit olduğu gerekçesiyle asıl davanın kabulüne, birleşen dava yönünden ise taşınmaz üzerinde bulunan yapının 1/3ünün davalıya, geri kalan 1/3er hisselerinin ise muris ve murisin eşine aidiyetinin tespitine karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden, toplanan delillerden, 03.11.2008 tarihinde vefat eden tarafların muris babaları …’ın kayden maliki olduğu dava konusu 234 parsel sayılı taşınmazın intifa hakkını kendi üzerinde bırakarak, çıplak mülkiyetini 05.05.2003 tarihinde, oğlu olan davalı …’a tapuda satış suretiyle temlik ettiği anlaşılmaktadır.
Davacılar, murisin yaptığı temlikin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı bedelsiz ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek eldeki davayı açmışlardır.
Bilindiği üzere muvazaa iddiasına dayalı davalarda mirasbırakanın kastının açık bir şekilde saptanması gerekmektedir. Bu kapsamda HMK 190.madde ve TMK.6 madde gereğince herkes iddiasını ispatla mükelleftir. Somut olayda ise, davacılar vekili tarafından yasal süresinde dosyaya sunulan 15.01.2012 havale tarihli dilekçe ile tanıkların bildirildiği, isimleri bildirilen tanıklar dinlenmeden sonuca gidildiği anlaşılmaktadır.
O halde; davacı tarafından isimleri bildirilen tanıkların usulünce duruşmaya davet edilerek dinlenilmesi, tüm deliller bir arada değerlendirilmek sureti ile mirasbırakanın gerçek iradesinin saptanması ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken eksik araştırma ve inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması doğru değildir. Davalının, birleşen dava yönünden temyiz itirazına gelince.
Tespit davası, kendine özgü davalardan olup dava sonucunda istihsal edilecek ilamın icra ve infaz kabiliyeti bulunmamaktadır. Bunun doğal sonucu olarak da bu davaların uygulama alanı sınırlıdır. Bilindiği üzere, tespit davalarının görülebilmesi için güncel hukuki yararın bulunması (6100 s.lı HMK 106/2 m) ve dava sonuçlanıncaya kadar da güncelliğini kaybetmemesi gerekir. Tespit davaları eda davalarının öncüsüdür, bu nedenle eda davası açılmasının mümkün olduğu hallerde, tespit davası açılmasında hukuki yararın bulunmadığı kabul edilmektedir. Hukuki yararın bulunması dava şartı olup, yargılamanın her aşamasında taraflarca ileri sürülebileceği gibi, hakim tarafından da re’sen gözetilir. Hukuki yararın bulunmadığının tespiti halinde davanın, dava şartı yokluğu gerekçesiyle usulden reddine karar verilmelidir (HMK 114/1 -h, 115 m.).
Bir dava içerisinde iddia ve savunma olarak ileri sürülebilecek hususlar tespit davasının konusu olamaz. Öğretide ve Yargıtay’ın devamlılık gösteren uygulamalarında, taşınmaz hakkında derdest ortaklığın giderilmesi davasının, kentsel dönüşüm uygulamasının ya da kamulaştırma işleminin bulunması gibi istisnai durumlarda muhdesatın tespiti davasının açılmasında güncel hukuki yararın bulunduğu kabul edilmektedir.
Somut olaya gelince, birleşen davada davacı tarafından, asıl dava davacılarınca aleyhine muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil davası açıldığı iddiası ile eldeki dava açılmış olup davaya konu taşınmaz hakkında ortaklığın giderilmesi davası, kentsel dönüşüm uygulaması ya da kamulaştırma işlemi bulunmadığından davacının tespit davası açmasında güncel hukuki yararının bulunduğundan söz edilemez. O halde, mahkemece hukuki yarar yokluğundan birleştirilen davanın usulden reddine karar verilmesi gerekirken, açıklanan nedenlerle kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Diğer taraftan, 6100 sayılı HMK’nun 24/2. fıkrasında yer alan “Kanunda açıkça belirtilmedikçe, hiç kimse kendi lehine olan davayı açmaya veya hakkını talep etmeye zorlanamaz.” düzenlemesi karşısında, mahkemece asıl davada davalı olan tarafa, eldeki tespit davasını açması için süre verilmesi de doğru değildir. Davalı (birleşen davada davacı) vekilinin temyiz itirazı açıklanan nedenden ötürü yerindedir.
Kabulü ile, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 27.04.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
HMK Madde 24 Tasarruf İlkesi
Yargıtay İçtihatları
1. Hukuk Dairesi 2017/2066 E. , 2017/2960 K.
- HMK Madde 24
- Tasarruf İlkesi
Taraflar arasında görülen tapu iptal tescil davası sonunda davanın kabulüne ilişkin verilen karar davalının temyizi nedeniyle Dairenin 20.11.2012 gün, 2012/6076 Esas, 2012/13428 Karar sayılı ilamı ile bozulması üzerine, verilen direnme kararına ilişkin dava dosyası 02.12.2016 tarihinde yürürlüğe giren 6763 sayılı Yasa’nın geçici 4/1. maddesi uyarınca temyiz incelemesi yapılmak üzere Daireye gönderilmekle,dosya incelendi,Tetkik Hakimi …’un raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü:
KARAR
Davacı ve birleştirilen davada davacı, mirasbırakan…’ın 27/08/2007 tarihinde ölümü ile eşi ve kardeşinin mirasçısı kaldığını, mirasbırakanın ölmeden son 8 yılını hastanede geçirdiğini, kullandığı ilaçlar nedeniyle bilinçsizliğinden de faydalanılarak ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile 463 parsel sayılı taşınmazın davalıya temlik edildiğini, mirasbırakanın çekişme konusu taşınmazı davalıya temlik etmesini gerektirir bir durumunun söz konusu olmayıp taşınmazın diğer mirasçılardan mal kaçırma amacıyla devredildiğini, devre dayanak vekaletnamenin okur-yazar olan mirasbırakanın parmak bastırılmak suretiyle düzenlendiğini, vekaletnamenin imza atamayacak durumda iken alındığını ileri sürerek 463 parsel sayılı taşınmazın tapu kaydının miras payları oranında iptali ile adlarına tesciline karar verilmesini istemişlerdir.
Davalı; işlem tarihinde mirasbırakanın akıl sağlığının yerinde olduğunu, muvazaanın söz konusu olmadığını, mirasbırakanın hastalığı süresince davacıların ilgilenmeyip, bakımının kendisi tarafından yapıldığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Asıl ve birleştirilen davanın kabulüne dair verilen karar Dairece “davacının ehliyetsizlik ve muris muvazaası hukuksal nedenlerine birlikte dayandığı, hukuki ehliyetin kamu düzeni ile ilgili olması nedeniyle mahkemece kendiliğinden gözetilerek öncelikle incelenmesi gerektiği, mahkemece ehliyetsizlik yönünden hüküm kurmaya elverişli ve yeterli bir araştırma yapılmadığı, tarafların delilleri eksiksiz toplanmak suretiyle tahkikat yapıldıktan sonra mirasbırakanın ölünceye kadar bakım sözleşmesinin düzenlendiği 30/07/2007 tarihinde hukuki ehliyeti haiz olup olmadığının kuşkuya yer vermeyecek şekilde belirlenmesi, ehliyetli olduğunun anlaşılması halinde muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı isteğin değerlendirilmesi gerekirken eksik soruşturma ile yetinilerek yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru değildir ” gerekçesiyle bozulmuş,
davacılar bozma kararına karşı direnilmesini, davalının ise bozma kararına uyulmasını istedikleri, ayrıca davacı vekilinin; bozma sonrası ehliyetsizlik nedenine dayanmadıklarını, ancak bu şekilde yorumlanmış ise ehliyetsizlik ile ilgili taleplerinden sarfınazar ettiklerini, davaya muris muvazaası yönüyle devam edilmesini istemişler, birleştirilen davada davacı vekilinin de davanın muris muvazaası nedenine dayalı bir dava olduğunu, hukuki ehliyet hususunda bir taleplerinin olmadığını beyan ettiği görülmüş, mahkemecede ilk kararda direnilmiştir.
Hemen belirtilmelidir ki; bir davanın taraflarının o dava yönünden, mahkemece hangi nedenle haklı veya haksız bulunduklarını anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtay’ın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için, ortada, usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, kuşkuya yer vermeyecek açıklık taşıyan direnme ya da uyma kararının bulunması zorunludur. Somut olaya gelince; ehliyetsizlik ve muris muvazaası nedenlerine birlikte dayanılarak pay oranında tapu iptal tescil istemli olarak açılan asıl ve birleştirilen davaların kabulüne ilişkin olarak verilen kararın Dairece, davada dayanılan maddi olaylar bakımından birkaç hukuki nedenin bir arada gösterilmesinde ilke olarak usul ve yasaya aykırı bir durum olmadığı, hukuki ehliyetin kamu düzenine ilişkin olması ve öncelikle incelenmesi gerektiğinden mirasbırakanın ölünceye kadar bakma sözleşmesinin düzenlendiği 30/07/2007 tarihinde hukuki ehliyeti haiz olup olmadığının saptanması, hukuki ehliyeti haiz olmadığının belirlenmesi durumunda ehliyetsizlik hukuksal nedenine dayalı talebin, ehliyetli olduğunun anlaşılması halinde ise muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı isteğin değerlendirilmesi gerekçesiyle bozulmasına karar verilmiş ise de, bozma sonrası davacı vekilinin ehliyetsizlik nedenine dayanmadıkları, talepleri bu şekilde anlaşılmış ise ehliyetsizlik sebebi ile ilgili taleplerinden sarfınazar ettikleri, davaya muris muvazaası nedeni ile iptal davası olarak devam edilmes, aynı şekilde birleştirilen davada davacı vekilinin de davanın muris muvazaası nedenine dayalı bir dava olduğu, hukuki ehliyet hususunda bir taleplerinin olmadığı yönündeki beyanları karşısında bozma gerekçesinin bir hükmü kalmamıştır.
O halde mahkemece usulünce verilen bir direnme kararından söz etmek olanaksızdır. Zira bozma sonrası verilen karar bir direnme kararı olmayıp yeni bir hüküm niteliğinde bulunduğundan bu husus gözetilerek dairemizce muris muvazaası talebi yönünden yapılan inceleme sonucunda davaya konu 30/07/2007 tarihinde düzenlenen ölünceye kadar bakma sözleşmesinin muvazaalı olduğu saptandığına göre sonuç itibariyle çekişme konusu 463 parsel sayılı taşınmazın tapu kaydının iptali ile tescile karar verilmesi doğrudur. Öte yandan; 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 119/1-e maddesindeki yasal düzenleme gereğince davacı, dava dilekçesinde davanın dayanağını oluşturan tüm olayları (vakıaları) bildirmekle yükümlüdür. Aynı Kanunun 25. maddesinin buyurucu nitelikteki düzenlenmesine göre “Kanunda öngörülen istisnalar dışında, hâkim, iki taraftan birinin söylemediği şeyi veya vakıaları kendiliğinden dikkate alamaz ve onları hatırlatabilecek davranışlarda dahi bulunamaz…” hakim açıklanan ayrıcalıklar dışında , davanın sınırlarını çizen bu olaylarla bağlı olup bunlar dışına çıkamaz ve inceleme yapıp karar vermez.
Taleple bağlılık ilkesini düzenleyen 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 26. maddesi; “Hâkim, tarafların talep sonuçlarıyla bağlıdır; ondan fazlasına veya başka bir şeye karar veremez. Duruma göre, talep sonucundan daha azına karar verebilir.(2) Hâkimin, tarafların talebiyle bağlı olmadığına ilişkin kanun hükümleri saklıdır.” Tasarruf ilkesini düzenleyen 24/1. maddesine göre de “ Hakim, iki taraftan birinin talebi olmaksızın, kendiliğinden bir davayı inceleyemez ve karara bağlayamaz.” şeklindedir. Ne var ki; eldeki davada davacı olmayan mirasçıları da kapsayacak şekilde çekişme konusu 463 parsel sayılı taşınmazın tapu kaydının iptali ile veraset ilamında belirtilen payları oranında mirasbırakanın mirasçıları adına tesciline karar verilmesi doğru olmamıştır.
Hâl böyle olunca; yalnızca davacı ve birleştirilen davada davacının miras payları oranında iptal ve tescile karar verilmesi gerekirken talep aşılmak suretiyle ve tasarruf ilkesi de gözardı edilerek yazılı olduğu üzere hüküm kurulması isabetsizdir. Davalı vekilinin temyiz itirazı açıklanan nedenden ötürü yerindedir.
Kabulü ile, hükmün açıklanan nedenle (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi Hemen belirtilmelidir ki; bir davanın taraflarının o dava yönünden, mahkemece hangi nedenle haklı veya haksız bulunduklarını anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtay’ın hukuka uygunluk denetimini gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 29.05.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
HMK Madde 24 Tasarruf İlkesi
Yargıtay İçtihatları
4. Hukuk Dairesi 2020/3828 E. , 2021/744 K.
- HMK Madde 24
- Tasarruf İlkesi
Davacı … vekili Avukat … tarafından, davalılar … ve diğerleri aleyhine 12/07/2012 gününde verilen dilekçe ile haksız eylem nedeniyle maddi ve manevi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın maddi tazminat yönünden reddine, manevi tazminat yönünden kısmen kabulüne dair verilen 22/06/2017 günlü karara karşı davacı vekili ile davalılar … ile … vekillerinin istinaf başvurusu üzerine yapılan incelemede; tarafların istinaf başvurusunun duruşma yapılarak kabulü ile HMK’nun 353/1-b-2 maddesi uyarınca düzelterek yeniden esas hakkında karar verilmesine dair verilen 30/09/2020 günlü kararın Yargıtayca incelenmesi davacı vekili ile davalılar … ile … vekillerince tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçelerinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.
1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle HMK 355. maddesindeki kamu düzenine aykırılık halleri resen gözetilmek üzere istinaf incelemesinin, istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılacağı kuralına uygun biçimde inceleme yapılıp karar verilmiş olmasına, dava şartları, delillerin toplanması ve hukukun uygulanması bakımından da hükmün bozulmasını gerektirir bir neden bulunmamasına göre davalıların tüm, davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları reddedilmelidir.
2-Davacının diğer temyiz itirazlarına gelince: Dava, haksız eylem nedeniyle maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın maddi tazminat istemi yönünden reddine, manevi tazminat istemi yönünden kısmen kabulüne dair verilen karara karşı davacı vekili ile davalılar … ve … vekillerinin istinaf başvurusu üzerine; Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 25. Hukuk Dairesi’nce tarafların istinaf başvurusunun kabulüne karar verilmiş, kararı; davacı vekili ile davalılar … ve … vekilleri temyiz etmiştir.
Davacı vekili; davacının, davalılar tarafından öldürme kastı ile şiddetli şekilde dövülerek yaralandığını, davacının tedavi sürecinde kırılan yüz kemiklerinin yanlış kaynaması nedeniyle gözlerini kaybetme riskinden ötürü iki kez ameliyat olamadığını, tedavisinin hastanede ve sonrasında evde devam ettiğini belirterek maddi tazminatın davalılardan müştereken ve müteselsilen, manevi tazminatın ise davalılardan ayrı ayrı tahsilini talep etmiştir.
Davalılar vekilleri; davanın reddi gerektiğini savunmuşlar, diğer davalı … davaya cevap vermemiştir.
İlk derece mahkemesince davacının haksız eylem nedeniyle maddi zararının meydana gelmediği gerekçesiyle maddi tazminat isteminin reddine, manevi tazminat isteminin ise kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Hükme karşı davacı vekili ile davalılar … ve … vekilleri istinaf talebinde bulunmuşlardır. Bölge Adliye Mahkemesince; davacının maddi zararının bilirkişi raporu ile miktar olarak belirlendiği, manevi tazminat isteminin ise mahkemece talebin aşılması suretiyle davalıların müştereken ve müteselsilen sorumlu tutuldukları ve her ne kadar davalı …’ın istinaf istemi bulunmasa da talep aşılarak karar verilmesinin kamu düzenine ilişkin bir husus olup resen gözetileceğinden hareketle her bir davalıdan ayrı ayrı manevi tazminat talep edilmesi gerektiği yönündeki kararın bu davalıya da sirayet edeceği gerekçesiyle tarafların istinaf başvurusunun kabulüne karar verilmiş; kararı, davacı vekili ile davalılar … ve … vekilleri temyiz etmiştir.
10/02/2012 tarihli ve 2010/1 Esas, 2012/1 Karar sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararına göre kamu düzeni; niteliği gereği zamana, yere göre değişen, içeriğinin tesbiti zor, her bir somut olaya göre değişiklik gösteren bir kavramdır. İlmi açıklamalara ve yargısal kararlara rağmen gelişen hukuk sistemlerinde bile tanımı olmamasına rağmen “toplumun temel yapısını ve çıkarlarını koruyan kuralların bütünü” olarak tanımlanabilir. İç hukukta kamu düzeninin, tarafların uymak zorunda oldukları, kamu hukukundan ve özel hukuktan doğan ancak tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyecekleri kurallar olarak anlaşılması gerekir. Bu açıklamalardan hareketle mahkemenin görevi, hak düşürücü süre, kesin hüküm itirazı gibi nedenler kamu düzeninden sayılan durumlar olarak gösterilebilir.
Somut olayda davalılardan … hakkında ilk derece mahkemesince verilen karar istinaf edilmemek suretiyle kesinleştiği halde adı geçen davalı yönünden de istinaf incelemesi yapılarak yazılı şekilde hüküm tesisi usule aykırıdır. Ayrıca her ne kadar davacının talebi aşılmak suretiyle hüküm tesis edilmiş ise de bu husus kamu düzenine ilişkin olarak kabul edilemez. Kararın açıklanan nedenle davacı yararına bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda (2) nolu bentte açıklanan nedenlerle temyiz edilen Bölge Adliye Mahkemesi kararının HMK 373/1. maddesi gereğince kaldırılmasına ve ilk derece mahkemesi kararının BOZULMASINA davalıların tüm, davacının diğer temyiz itirazlarının
(1) nolu bentte gösterilen nedenlerle reddine, dosyanın Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine ve davacıdan peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 22/02/2021 gününde oy çokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY YAZISI Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere, özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre yerinde bulunmayan temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun olan hükmün onanması görüşünde olduğumdan sayın çoğunluğun bozma kararına katılmıyorum. 22/02/2021
HMK Madde 24 Tasarruf İlkesi
Yargıtay İçtihatları
Hukuk Genel Kurulu 2017/2539 E. , 2018/1149 K.
- HMK Madde 24
- Tasarruf İlkesi
Taraflar arasındaki “kooperatif ortaklığının iptali ile tapu iptali ve tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Bakırköy 2. Asliye Ticaret Mahkemesince davanın reddine dair verilen 09.09.2011 gün ve 2009/313 E., 2011/457 K. sayılı karar davacı vekili tarafından temyiz edilmekle Yargıtay 23. Hukuk Dairesinin 17.04.2012 gün ve 2012/91 E., 2012/2907 K. sayılı kararı ile:
“… Davacı vekili, müvekkilini davalı kooperatifteki ortaklık payının ve paya bağlanan 785 ada parsel sayılı taşınmazın yarısını davalı …’a devrettiğini, davalı kooperatifçe kooperatif payının bölünemeyeceği ve taşınmazın büyüklüğüne imar mevzuatına göre ikiye bölünmesinin mümkün olmadığı gerekçesiyle devrin kabul edilmediğini, bunun üzerine müvekkili ile davalı … arasında düzenlenen sözleşmeyle taşınmaz ve payın yarısının davacıya ait olması koşuluyla kooperatif kayıtlarında davalının payın sahibi olarak görünmesi için işlem yapıldığını, müvekkilinin payın yarısının sahibi olduğunun kooperatif kayıtlarına şerh düşüldüğünü, davalının pay devir sözleşmesi uyarınca yüklenen yükümlülükleri yerine getirmediğini, taraflar arasındaki işlemdeki amacın payın yarısının devri olduğunu, bu şekildeki bir devrin mümkün olmaması nedeniyle payın tamamının devredilmiş gibi gösterildiğinden taraflar arasındaki gerçek işlemin mutlak butlanla batıl, görünürdeki işlemin de muvazaa nedeniyle geçersiz olduğunu ileri sürerek, kooperatif payı ile taşınmazın davalı adına olan kayıtlarının iptali ile müvekkili adına tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı … vekili, davacının kendi payı üzerinde inşaat yapılmamasının müvekkilinin kusurundan kaynaklanmadığını, müvekkilinin gerekli girişimleri yapmasına rağmen ilgili kurumlarca inşaata izin verilmediğini, davacının sözleşmenin ifası için İstanbul 7. Asliye Hukuk Mahkeme’sinde açtığı davanın derdest olduğunu savunarak, davanın reddini istemiştir.
Davalı Kooperatif, davaya cevap vermemiştir.
Mahkemece, iddia, benimsenen bilirkişi raporu ve dosya kapsamına göre, davacı ile davalı arasında kooperatif payının ½ sinin devri için anlaşma yapıldığı, kooperatifçe payın bölünemeyeceği belirtilerek payın ½ sinin tesciline karar verilmediğinden davacı ile davalı arasında düzenlenen sözleşmeyle payın ve paya bağlı taşınmazın yarısının devredene ait olmasının kararlaştırıldığı, ancak payın tamamının davalıya devredildiği, bu haliyle taraflar arasında inançlı işlem bulunduğu, tarafların inançlı işleme aykırı davranmadığı, davalının inançlı işlemle kazandığı ortaklığın geçerli olduğu, davacının sözleşmeye aykırılık nedeniyle istemde bulunmadığı, sözleşmenin ifası ve sözleşmeden kaynaklanan haklar için davacının ayrı bir dava açtığı ve davanın derdest olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.
1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davacı vekilinin aşağıdaki bent kapsamı dışında kalan diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.
2- Dava, davacının, davalıya yaptığı pay devrinin muvazaa nedeniyle iptali ile pay ve paya bağlı taşınmazın davacı adına tescili istemine ilişkindir. Yukarıdaki özetten anlaşılacağı üzere, davacı vekili, müvekkili ile davalı arasında ½ pay ve paya bağlı taşınmazın devri konusunda anlaşma sağlandığı, ½ pay devrinin 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu’nun 19. maddesine aykırı olması, taşınmazın devredilen kısmının imar planında belirlenen asgari miktarın altında olması nedeniyle devrin gerçekleşmediğini, tarafların gerçek amacının bu olmasına rağmen kooperatif kayıtlarında payın tamamının davalıya ait olduğuna ilişkin kayıt yaptırılarak davacının taşınmaz ve payın ½ si üzerinde hak sahibi olduğunun kayıtlara işlendiğini, görünürdeki işlemin muvazaa, gerçekte amaçlanan işlemin ise, yasaca yasaklanması nedeniyle batıl olduğu iddiasıyla taşınmaz ve payın davacı adına tescili istenmiştir. 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu’nun 19/1.maddesi hükmüne göre, kooperatif ortaklığı, en az bir payı içerir. Mirasçılar arasındaki duruma ilişkin istisna hükmü dışında ortaklık payının bölünemeyeceğine dair kanunun bu hükmü karşısında, birden fazla kişinin aynı pay için ortak olması veya bir payın yarısının başka birisine devri mümkün değildir.
Dava konusu taşınmaz, ferdi mülkiyete geçilmediğinden kooperatif adına kayıtlıdır. Davalı ve davacı arasındaki sözleşme uyarınca, pay ve paya bağlı taşınmazın belirlenen miktarının davacıya ait olduğu konusunda taraflar anlaşmıştır. Davacı kural olarak, ancak taşınmazın davalı adına tapuda tescilinden sonra bu sözleşmeye dayanarak dava açabilir. Taşınmaz henüz kooperatif adına tescilli iken, kooperatif ortaklığının yarı payının devrine olanak sağlayacak şekilde ½ pay ve taşınmaz için dava açılamayacağı gibi, taraflar arasındaki ilişkinin muvazaalı olduğundan da söz edilemez. Çoğun içinde az da vardır kuralı gereğince davacının tapu iptali istemi içinde tespit istemi de bulunmaktadır. Bu nedenle, mahkemece, davacının paya bağlı taşınmazın ½ si üzerinde hak sahibi olduğu düşünülerek tespit kararı verilmesi gerekirken davanın tamamen reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir.…” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava; davalının kooperatif ortaklığının iptali ile davacının kooperatif ortağı olarak kaydedilmesi ve kooperatif ortaklığına tahsis edilen taşınmazın tapu kaydının iptali ile davacı adına tescili istemine ilişkindir.
Davacı vekili müvekkilinin davalı kooperatifin ortağı iken ortaklık hakkının yarısını davalı …’na sattığını, devrin kooperatif kayıtlarına işlenmesine ilişkin başvurularının kooperatif tarafından payın bölünemeyeceği gerekçesi ile reddedilmesi üzerine yaptıkları sözleşme ile kooperatif ortaklık payının ve paya özgülenen taşınmazın ½’sinin davacıya ait olduğu hususunun kendi aralarında geçerli olmasını kararlaştırdıklarını, davacının ortaklık hakkının tamamını davalı …’a devretmek suretiyle kendi üzerine düşen yükümlülükleri yerine getirmesine karşın davalı …’ın yükümlüklerini yerine getirmediğini, taraflar arasındaki gerçek işlemin payın yarısının devri olduğu hâlde payın tamamının devredilmiş gibi gösterilmesi nedeniyle görünürdeki bu işlemin kesin hükümsüz olduğunu ileri sürerek davalı …’ın kooperatif ortaklığının iptali ile bu ortaklık hakkının ve yine ortaklık hakkının özgülendiği 785 ada 5 parsel sayılı taşınmazın davacı adına tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili davacının aslında 24.11.1998 tarihinde imzalanan ve kooperatif kayıtlarına geçen kooperatif yönetim kurulu kararının iptaline ilişkin olup, usul ve yasaya uygun olarak alınan kararın iptalinin yasada öngörülen sürede istenilmediğini, davacının ancak ferdileşme sonrası davacı aleyhine tapu iptali ve tescil davası açarak talepte bulunabileceğinden müvekkilinin bu davada taraf sıfatı bulunmadığını, ayrıca davacının İstanbul 7. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2008/224 Esasına kayıtlı davayı açtığı ve hâlen derdest olan davanın sonucunun beklenilmesi gerektiğini, davacının esasa ilişkin iddialarının yerinde olmadığını, kendi hissesi üzerinde inşaat yapamamasının tamamen yasal düzenlemelerden kaynaklandığını, müvekkilinin herhangi bir engellemesinin bulunmadığını, davacının bu davadan önce yine Küçükçekmece 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı davanın reddine karar verildiğini, davacının iddia ettiği gibi muvazaalı işlem yapmadıklarını, ayrıca yapmış olsalar bile kişinin kendi muvazaasına dayanamayacağını, yine muvazaalı işlemlere karşı dava açmak için bir yıllık hak düşürücü süre olduğunu ve davanın süresinde açılmadığını belirterek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Mahkemece taraflar arasında inançlı işlem olduğu ve inançlı işleme göre yapılan kazandırmanın geçerliliğini koruduğu, ortaklığın davalı adına olmasının inançlı işleme aykırılık oluşturmadığı çünkü taraflar arasındaki inançlı işlem nedeniyle kooperatif ortaklığının davalıya devredildiği, özellikle dava konusunun kooperatif ortaklığına konu taşınmazın tesciline ilişkin olması nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir.
Davacı vekilinin temyizi üzerine karar Özel Dairece yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Yerel mahkemece davacının dava dilekçesindeki talebinin davalı … adına olan ortaklık kaydının iptali ile dava konusu taşınmazın davacı adına tesciline ilişkin olduğu, yargılama sırasında talebin ıslahla değiştirilmesi ve genişletilmesinin söz konusu olmadığı, bu nedenle taleple bağlı olarak (HMK m. 26) karar verildiğini, bozma kararında yer alan “çoğun içinde azı da vardır” ilkesi uyarınca tespit kararı verilmesi gerektiği belirtilmiş ise de, davacının talebinin çok açık olarak tescile ilişkin olması nedeniyle tapu iptali ve tescil talebi içinde tespit talebi bulunduğunu kabul etmenin, taleple bağlılık ilkesine aykırılık oluşturduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Davacı vekilince temyiz edilmesi üzerine karar Hukuk Genel Kurulunca usulüne uygun direnme hükmü kurulmadığı gerekçesiyle bozulmuştur.
Yerel mahkemece önceki gerekçelerle direnme kararı verilmiş; direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık: kooperatif ortaklığının iptali ve buna bağlı olarak tapu iptali ve tescil istemli davada; çoğun içinde az da vardır kuralı gereği tespit kararı verilmesinin taleple bağlılık kuralına aykırılık oluşturup oluşturmayacağı; burada varılacak sonuca göre tespit kararı verilip verilemeyeceği noktalarında toplanmaktadır.
Uyuşmazlık konusunun her iki davalı bakımından ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekmektedir.
I- Davacı vekilinin kooperatif aleyhine açmış olduğu davaya ilişkin temyiz itirazları bakımından; Hemen belirtmek gerekir ki 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu’nun 19’uncu maddesinin birinci fıkrasında, “Kooperatife giren her şahıstan en az bir ortaklık payı alınması gerekir. Ana sözleşme, en yüksek had tespit ederek bir ortak tarafından bu had dâhilinde birden fazla pay alınmasına cevaz verebilir.” düzenlemesini içermektedir. Bu madde hükmüne göre kooperatife giren her şahsın en az bir ortaklık payına sahip olması gerekir. Dolayısıyla da bir pay ve bu paya bağlı haklar için kooperatife yalnızca bir ortak alınabilir. Ancak Kooperatifler Kanunu’nda ve Kooperatif Anasözleşmesinde bir pay için birden fazla kişinin ortak olması hâlinde bu kişilerle kooperatif arasındaki ilişkinin nasıl yürütüleceği konusunda açık hüküm bulunmamaktadır. Bu durumda, 1163 sayılı Kanunun 98’inci maddesi atfıyla 6102 sayılı Türk Ticaret Kanununun (TTK) anonim şirketlere ilişkin 432’nci maddesinin birinci fıkrasının uygulanması gerekmektedir. TTK’nun 432’inci maddesinin birinci fıkrası “Bir pay, birden çok kişinin ortak mülkiyetindeyse, bunlar içlerinden birini veya üçüncü bir kişiyi, genel kurulda paydan doğan haklarını kullanması için temsilci olarak atayabilirler.” şeklinde düzenleme içermektedir. Buna göre ortaklık payı kooperatife karşı bölünemeyeceğinden, bir paya birden fazla kişi ortak olmuş ise bunlar kooperatife karşı haklarını ortak bir temsilci aracılığıyla kullanabileceklerdir. Ortak bir temsilci tayin etmedikleri takdirde kooperatifçe bunlardan birine yapılacak bildirim hepsi için geçerli olacaktır.
Somut olayda, davacı ile davalı … diğer davalı kooperatifteki bir paya birlikte ortak iseler de kooperatife karşı haklarını yalnız müşterek bir mümessil vasıtasıyla kullanabileceklerinden ve kooperatifteki ortaklık payının bölünememesi nedeniyle davacı ile davalı … arasındaki ortaklığın yarı yarıya olduğu hususunun kooperatife karşı ileri sürmeleri mümkün değildir. Hâl böyle olunca kooperatif hakkında açılan davanın reddine ilişkin direnme kararı yerindedir.
Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında, her ne kadar Kooperatifler Kanunun 19’uncu maddesi uyarınca payın bölünmesi ve bunun kooperatife karşı ileri sürülmesi mümkün değil ise de, kooperatif kayıtlarında dava konusu payın ve özgülendiği taşınmazın 1/2’sinin davacıya ait olduğuna ilişkin belgelerin yer alması nedeniyle bu hususun kooperatif tarafından bilindiğinin, dolayısıyla verilecek tespit hükmünün davalı kooperatifi bağlayacağının kabul edilmesi gerektiği belirtilmek suretiyle yerel mahkeme kararının bozulmasının yerinde olduğu görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüşler yukarıda açıklanan nedenlerle kabul edilmemiştir.
II- Davacı vekilinin davalı … hakkında açmış olduğu davanın reddine yönelik temyiz itirazlarına gelince; Medeni yargılama hukukunun temel amacı tarafların maddi hukuktan kaynaklanan sübjektif haklarını korumaktır. Konusunu da bu sübjektif hakların tanınması, bunların ihlali veya ihlal tehlikesi durumunda korunması oluşturur. Dolayısıyla hakkı ihlal edilen kişilerin başvurusuyla kişi ile Devlet arasında bir yargılama ilişkisi kurulmuş olur. Kişinin talebine göre bu ilişki dava ilişkisi, çekişmesiz yargı ilişkisi ya da geçici hukuki koruma ilişkisi niteliğinde olabilir. Medeni yargılama hukuku temelde bu ilişkiler üzerine kurulurken birtakım ilkeler de ortaya çıkmıştır. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 24 ilâ 33’üncü maddeleri arasında yargılamaya hâkim olan ilkeler düzenlemiştir. Bu ilkelerden bir kısmına 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda da yer verilmiştir.
Medeni hukuk yargılamasına hâkim olan ilkelerden biri de taleple bağlılık ilkesidir. Bu ilke HMK’nın 26’ncı maddesinde açıkça ifade edilmiştir. Buna göre, hâkim tarafların talepleri ile bağlıdır. Kanunlarda gösterilen sınırlı sayıdaki istisnalar bir kenara bırakılacak olursa talepten fazlasına veya talepten başka bir şeye karar veremez. Fakat hâkimin duruma göre talep sonucundan daha azına karar vermesinin önünde engel yoktur.
Taleple bağlılık ilkesi özü itibariyle hâkimin, tarafların talebiyle bağlı olduğunu ifade eder. Taleple bağlılık ilkesinin taşıdığı ilk anlam; tarafın talep etmediği husus hakkında mahkemenin karar veremeyeceğidir. Buna göre tarafın neyi talep edip etmediği ve hâkimin ne hakkında karar verip veremeyeceği dava dilekçesine bakılarak tespit edilir. Bu tespitin konusunu, istenilen hukuki sonuç oluşturur. Bu itibarla hâkimin karar verme sınırı dava dilekçesi ile belirlenmiş olur
Taleple bağlılık ilkesinin taşıdığı ikinci anlam ise tarafın talebinden fazlasına mahkemece karar verilememesidir (HMK m.26). Taleple bağlılık ilkesine yüklenen bu anlam aynı zamanda 24’üncü maddede ifade edilen “tasarruf ilkesi” ve 25’inci maddesinde yer alan “taraflarca getirilme ilkesi” ile de bağlantılıdır.
Nihayet taleple bağlılık ilkesinin bir diğer anlamı ise hâkimin talep edilenin dışında, farklı bir şeye karar verememesidir. Talep edilenden farklı bir şeye karar verememe, dilekçenin talep sonucu kısmı ile verilen hükmün sonuç kısmının karşılaştırılması suretiyle tespit edilir.
Bununla birlikte taleple bağlı olma, yargılama sonucunda davacının talep ettiği haktan daha azına sahip olduğunun belirlenmesi durumunda uygulanmaz (HMK m. 26). Talepten azına karar verme “çoğun içinde az da vardır” esasına dayanmaktadır. Bu kural ise davacının talep sonucu ile aynı nitelikte olan daha azına karar vermeyi ifade etmektedir. Nitekim dava açıldığında davacının talebi maddi hukukta karşılığa sahip olduğu oranda mahkemeden hukuki koruma sağlanmasıdır. Bir başka ifade ile davacının talebi, beklentisi tam olarak karşılanamadığı hâlde “ya istediğimin hepsine karar ver ya da hepsine karar veremeyeceksen hiçbir şeye karar verme” anlamını taşımayacaktır. Zira davacının arzusu, maddi hukukta ihlal edildiğine inandığı hakkının dava açılmakla korunması veya yeniden tesisidir.
Somut olay tüm bu açıklamalar kapsamında ele alındığında, dosya içindeki belgelerden taşınmazın ½ payının davacıya ait olduğu belirlenmiş ise de kooperatifin ferdi mülkiyete geçmemesi nedeniyle dava konusu taşınmazın ½ payının davacı adına tesciline karar verilmesi mümkün değildir ve kural olarak taşınmaz … adına tescil edilmeden tapu iptali ve tescil talep edilemeyecektir.
Ne var ki, çoğun içinde azı da vardır kuralı gereğince dava konusu taşınmazın ½ payının davacı adına tescil isteminin, tespit isteğini de kapsadığı kabul edilmelidir. Zira her eda davası aynı konudaki tespit talebini de içeren daha geniş kapsamlı davadır. Davacının hakkının varlığı belirlenmiş olmasına rağmen eda hükmü kurulamayan hâllerde verilecek tespit kararı ile taraflar arasındaki hukuki belirsizlik giderilecek ve hukuki barış sağlanacaktır. O hâlde mahkemece tespit kararı verilmesi gerekirken davanın reddine karar verilmesi doğru değildir.
Nitekim 07.07.1965 gün ve 1965/5 E., 1965/5 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında ve Hukuk Genel Kurulunun 31.01.2004 gün ve. 2004/7-411E., 2004/477 K. sayılı kararlarında tespit talebinin eda davasının öncüsü olduğu ve her eda davasının bir tespit talebini de taşıdığı kabul edilmiştir.
Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında, ortaklığa özgülenmiş taşınmazın ½ payı üzerinde davacının hak sahibi olduğuna dair tespit kararı verilmesinin Kooperatifler Kanunu’nun 19’uncu maddesindeki düzenlemeye aykırılık oluşturduğu ve taraflar arasındaki uyuşmazlığın pay miktarı belirlenmesi değil kooperatif ortaklığının iptali ile ortaklığa özgülenen taşınmazın davacı adına tesciline ilişkin olması nedeniyle talep konusu olmamasına rağmen çoğun içinde azı vardır kuralı gereği tespit hükmü kurulmasının mümkün olmadığı gibi olayda tespit davası açma koşulları bulunmadığı belirtilmek suretiyle yerel mahkeme kararının onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüşler yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
Hâl böyle olunca, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya uygun değildir. O hâlde, bu yöne ilişkin direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: 1) Yukarıda (I) numaralı bentte açıklanan nedenle, davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının yukarıda açıklanan gerekçelerle ONANMASINA, 2) Yukarıda (II) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararının 2. bendinde gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 30.05.2018 gününde oy çokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
1163 sayılı Kooperatifler Kanunu’nun 19. maddesi gereğince, kooperatife giren her şahıstan en az bir ortaklık payı alınması gerekir. Yani, kooperatife giren her şahsın en az bir ortaklık payı olması gerekir. Özel dairenin, bozma kararında “mahkemece, davacının paya bağlı taşınmazın ½’si üzerinde hak sahibi olduğu düşünülerek tespit kararı vermesi gerekirken davanın tamamen reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir…” şeklindeki bozması yukarıda yazılı kanun maddesine aykırı bir yön gösterme niteliğinde olmuştur. Ayrıca somut olayda tespit davası açma koşulları da bulunmamaktadır. Bu itibarla yerel mahkemenin direnme kararının yerinde olduğunu ve onanması gerektiği görüşünde olduğumdan saygıdeğer çoğunluğun bozma kararına muhalifim.
KARŞI OY YAZISI
Dava; davalının kooperatif üyeliğinin iptali ile davacının kooperatif üyesi olarak kaydedilmesi ve kooperatif üyeliğine tahsis edilen taşınmazın tapu kaydının iptali ile davacı adına tescili istemine ilişkindir.
Davacı vekili; dava dilekçesinde özetle: müvekkilinin davalı kooperatifin 48 numaralı üyeliğine isabet eden Küçükçekmece 785 ada, 5 parsel sayılı taşınmazın maliki iken üyelik hakkının yarısını İstanbul 7. Noterliğinin 24/11/1998 tarih ve 38756 yevmiye no’lu devir sözleşmesi ile 32.000 TL bedelle davalı …’na sattığını, devir olayının kooperatif kayıtlarına işlenmesi için yapılan başvurunun 22/12/1998 tarihinde kooperatif payının bölünemeyeceği gerekçesi ile reddedildiğini, daha sonra kendi aralarında 17/03/1999 tarihinde sözleşmeyi imzalayarak devir hakkının yarısının kendi aralarında geçerli olmasına karar vererek, kooperatif üyeliğinin yasa gereği devredilmiş gibi üyelik devir işlemi yapılmasına karar verdiklerini, bu anlaşma gereğince de 17/03/1999 tarihinde üyelik hakkının devrine müvekkilinin muvafakat ettiğini, kooperatifin 29/04/999 tarihli kararı ile devrin tescil edildiğini ve davacının yarı payının da şerh verildiğini, daha sonrasında müvekkilinin üzerine düşen yükümlülüğü yerine getirmesine karşın davalı tarafın kendi payı üzerine inşaat yaptığını, müvekkilinin ise kendi payının üzerine inşaat yapamadığını, müvekkilinin 1.500.000 USD değerindeki taşınmaz ve kooperatif üyelik hakkından mahrum olduğunu, noter kanalı ile ihtar çektiklerini, bir sonuç alamadıklarını, Küçükçekmece 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2006/138 esas sayılı dosyasında sözleşmenin ifasının talep edildiğini, ancak davanın reddedildiğini, tarafların asıl amacının davacının maliki bulunduğu taşınmazın ½ payın devri ile her iki tarafın kendi payına düşen kısım üzerinde bina yapmaları olduğunu, davalı kooperatif hissesinde … adına olan kaydın iptali ile müvekkili adına tescili gerektiğini belirterek, davalı adına olan kooperatif üyeliğinin iptaline ve bu üyelik hakkının davacı adına tesciline, yine üyelik hakkının özgülendiği 785 ada 5 parsel sayılı taşınmazın davacı adına tesciline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili cevabında özetle: Davacının İstanbul 7. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2008/224 esas sayılı davayı açtığını ve davanın halen derdest olduğundan beklenilmesi gerektiğini, davacının esasa ilişkin iddialarının yerinde olmadığını, davacının kendi hissesi üzerinde inşaat yapamamasının tamamen yasal düzenlemelerden kaynaklandığını, müvekkilinin herhangi bir engellemesinin bulunmadığını, davacının bu davadan önce yine Küçükçekmece 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığını ve 2006/138 esasında görülen davanın reddine karar verildiğini, davacının iddia ettiği gibi muvazaa bulunmadığını, ayrıca böyle bir husus olsa bile bir kişinin kendi muvazaasına dayanamayacağını belirterek, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
1.4. Uyuşmazlık: Kooperatif üyeliğinin iptali ile tapunun iptali ve tescil istemli davada çoğun içinde az da vardır kuralı gereği tespit kararı verilmesinin taleple bağlılık kuralına aykırılık oluşturup oluşturmayacağı; buradan varılacak sonuca göre tespit kararı verilip verilemeyeceği noktalarında toplanmaktadır.
İlgili Yasal Mevzuat Hukuk Muhakemeleri Kanunu 24/1-2-3. maddesi: Tasarruf ilkesi (1) Hâkim, iki taraftan birinin talebi olmaksızın, kendiliğinden bir davayı inceleyemez ve karara bağlayamaz. (2) Kanunda açıkça belirtilmedikçe, hiç kimse kendi lehine olan davayı açmaya veya hakkını talep etmeye zorlanamaz. (3) Tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebilecekleri dava konusu hakkında, dava açıldıktan sonra da tasarruf yetkisi devam eder.
Hukuk Muhakemeleri Kanunu 26. maddesi: Taleple Bağlılık İlkesi (1) Hâkim, tarafların talep sonuçlarıyla bağlıdır; ondan fazlasına veya başka bir şeye karar veremez. Duruma göre, talep sonucundan daha azına karar verebilir. (2) Hâkimin, tarafların talebiyle bağlı olmadığına ilişkin kanun hükümleri saklıdır.
1163 sayılı Kooperatif Kanunu md. 19/1: Ortaklık Payları, Şahsi Alacaklar MADDE 19- Kooperatife giren her şahıstan en az bir ortaklık payı alınması gerekir.
Anasözleşme, en yüksek had tespit ederek bir ortak tarafından bu had dahilinde birden fazla pay alınmasına cevaz verebilir. Yukarıda sıralanan konu ile ilgili yasal düzenlemeler dikkate alındığında; Taraflar arasında bir adet kooperatif üyeliğinin ½’sinin davacıya, ½’sinin de davalılardan …’na ait olduğu hususunda uyuşmazlık yoktur. Keza aynı şekilde özel dairenin bozma kararında da “pay ve paya bağlı taşınmazın belirlenen miktarının davacıya ait olduğu konusunda taraflar anlaşmıştır” denilmek suretiyle bu durum yüksek özel dairenin de kabulündedir.
Şu durumda yukarıda irdelenen yasa maddeleri ve Yüksek Yargıtay’ın yerleşik içtihatları ile kooperatif üyeliğinin en az bir pay olabileceği, kooperatif ortaklık payının bölünemeyeceği, bu iddianın kooperatife karşı ileri sürülemeyeceği tartışmasızdır. Taraflar arasındaki uyuşmazlık gerek davacı ve gerek davalı hisse miktarının belirlenmesi hususunda olmayıp üyeliğinin iptali ve tescil istemi hakkındadır. Öyleyse uyuşmazlığa konu olmayan hisse miktarı hakkında talep olmamasına rağmen, çoğun içinde azı da vardır denilerek tespit hükmü kurulmasında hukuki yarar yoktur. Zira; bir kimsenin hakkına ulaşmak için mahkeme kararının o an için gerekli olması durumunda hukuki yararın olduğundan söz edilebilir. Bir mahkeme kararına ihtiyaç yoksa hukuki yarardan söz edilemez. Hakim tarafların talep sonuçları ile bağlı olup, davada hukuki yararın bulunup bulunmadığını gözetmek zorundadır. Sonuç olarak yerel mahkemenin direnme kararı yerinde olup, onanması görüşünde olduğumdan sayın çoğunluğun değişik gerekçe ile bozma yönünde oluşan kararına katılamıyorum.