Yargıtay İçtihatları, Avukat Murat ÖCAL, Bodrum Avukat, Datça Avukat, Marmaris Avukat, Fethiye Avukat, Çeşme Avukat, Aydın Avukat, Kuşadası Avukat, Alanya Avukat, Antalya Avukat, Adana Avukat, Mersin Avukat, Çeşme Avukat, Balıkesir Avukat, Çanakkale Avukat, Ankara Avukat, İstanbul Avukat, Yozgat Avukat, Sivas Avukat

Görevin Belirlenmesi ve Niteliği

HMK Madde 1

(1) Mahkemelerin görevi, ancak kanunla düzenlenir. Göreve ilişkin kurallar, kamu düzenindendir.

Adalet Komisyonu Değişiklik Gerekçesi

Tasarının 1 inci maddesinin birinci cümlesinde geçen “belirlenir” ibaresi, Anayasanın 142 nci maddesiyle uyum sağlamak amacıyla, “düzenlenir” şeklinde değiştirilmiştir.

6100 sayılı Kanunda Yer Alan Madde Gerekçesi

Anayasanın 142 nci maddesi uyarınca mahkemelerin görevleri ancak kanunla tayin edilebilir; idare, düzenleyici idarî işlemleri aracılığıyla göreve yönelik herhangi bir belirleme yapamaz. Maddenin birinci cümlesinde yer alan düzenlemede, anılan Anayasa kuralı yasal plânda bir kez daha ifade edilmiştir. Şüphesiz, kanunla yapılacak olan göreve ilişkin belirlemenin, Anayasanın 37 nci maddesinde güvence altına alınmış bulunan tabiî hâkim ilkesine de uygunluk arz etmesi gerekir. Yine bu yasal düzenlemede, görev kurallarının niteliğine ilişkin bir belirleme de yapılmıştır. Bu belirleme ve görevin dava şartı hâline getirilmiş bulunması sebebiyle 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 7 nci maddesindeki düzenleme tümüyle yürürlükten kaldırılmıştır. Bu tercih yapılırken 1086 sayılı Kanunun 7 nci maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan düzenleme de bilinçli olarak göz ardı edilmiştir. Bu durum her şeyden önce görev kurallarının yargı erkinin işleyişiyle ilgili olması sebebiyle kamu düzeninden sayılmasının ve ayrıca Tasarının 119 uncu maddesinin birinci fıkrasının (c) bendinde açıkça dava şartı olarak nitelenmiş bulunmasının doğal bir sonucudur. Öte yandan 7 nci maddenin üçüncü fıkrasında öngörülen düzenleme sulh hukuk mahkemelerinin tek hâkimli, asliye hukuk mahkemelerinin ise 469 sayılı Kanunun yürürlükte olduğu dönemde toplu mahkeme olarak öngörülmüş bulunmasını temel almaktadır. Bugün 08/04/1924 tarihli ve 469 Sayılı Mehakimi Şer’iyenin İlgasına Ve Mehakim Teşkilatına Ait Ahkamı Muaddil Kanun yürürlükten kalkıp yerini 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun alıp, bu Kanunda da açıkça asliye hukuk mahkemeleri tek hâkimli mahkeme olarak öngörüldüğü için, 1086 sayılı Kanunun 7 nci maddesinin üçüncü fıkrasındaki düzenlemenin temelindeki gerekçe tümüyle ortadan kalkmıştır. Yani bugün için hem sulh hukuk mahkemeleri hem de asliye hukuk mahkemeleri tek hâkimli konumdadır. Sulh hukuk mahkemeleriyle asliye hukuk mahkemeleri arasında herhangi bir derecelendirme ilişkisi de yoktur. Dolayısıyla sulh hukuk mahkemeleri ve asliye hukuk mahkemeleri arasındaki görev ilişkisi ile bu mahkemelerle özel mahkemeler arasında kurulmuş bulunan görev ilişkisi ve sonuçları arasında herhangi bir ayırım gözetilemez.

Görevin kamu düzenine ilişkin bulunmasının doğal sonucu, bu alanın tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebileceği bir alan konumunda bulunmamasıdır. Yani taraflar anlaşmak suretiyle, bir başka ifadeyle görev sözleşmesi yaparak, somut uyuşmazlık bağlamında görevli olmayan bir yargı yerini görevli hâle getiremezler.

HMK Madde 1 Görevin Belirlenmesi ve Niteliği

YARGITAY İÇTİHATLARI

4. Hukuk Dairesi 2016/7175 E. , 2018/4573 K.
  • HMK Madde 1
  • Görevin Belirlenmesi ve Niteliği

Davacı … vekili Avukat … tarafından, davalı …. aleyhine 28/09/2015 gününde verilen dilekçe ile haksız fiil nedeniyle manevi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın kısmen kabulüne dair verilen 16/03/2016 günlü kararın Yargıtay’ca incelenmesi davalı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü. Dava, haksız fiil nedeniyle manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece davanın kısmen kabulüne karar verilmiş; hüküm, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Davacı vekili; müvekkilinin davalı şirkete ait mağazada çalışmaya başladığını, fire niteliğindeki malzemeleri çöpe atması gerekirken evine götürdüğü iddiası ile savunması alınarak iş akdinin feshedildiğini, Batman İş Mahkemesinin 2013/454 esas sayılı dosyası ile feshin geçersiz olduğunun ispatlandığını, isnad edilen suçlamalar nedeniyle kişilik haklarının ihlal edildiğini belirterek uğramış olduğu manevi zararın ödetilmesini istemiştir. Davalı vekili; davanın reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuştur. Mahkemece; davalı işverenin davacıya isnat edilen eylemleri ispatlayamadığı, isnatlar nedeniyle davacının işten çıkarılmasının kişilik haklarını ihlal ettiği gerekçesiyle istemin kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Dosya kapsamından; davacının, davalı şirkette çalıştığı, davalının işveren olduğu anlaşılmaktadır. 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 1. maddesinde, işçiyle işveren veya işveren vekili arasında iş sözleşmesinden veya İş Kanunu’na dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının iş mahkemelerinde çözümleneceği hükmü öngörülmüştür. Görev kamu düzenine ilişkin olup resen araştırılması gereken bir husustur. Şu durumda, davanın iş mahkemesi tarafından görülmesi gerekir. Mahkemece, görevsizlik nedeniyle dava dilekçesinin reddi yerine işin esasının çözümlenmesi doğru görülmemiş ve kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Temyiz edilen kararın yukarıda gösterilen nedenle BOZULMASINA, bozma nedenine göre diğer temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 30/05/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

16. Hukuk Dairesi 2015/19237 E. , 2018/1579 K.
  • HMK Madde 1
  • Görevin Belirlenmesi ve Niteliği

Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen hükmün Yargıtay’ca incelenmesi istenilmekle; temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldı, inceleme raporu ve dosyadaki belgeler okundu, GEREĞİ GÖRÜŞÜLDÜ:

Kadastro sonucu… Köyü 146 ada 12 parsel sayılı 3.571,91 metrekare yüzölçümündeki taşınmaz tapu kaydı, harici ifraz, taksim ve kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği nedeniyle davalı …; aynı ada 16 parsel sayılı 1.017,85 metrekare yüzölçümündeki taşınmaz tapu kaydı, harici ifraz, taksim ve bağış nedeniyle davalı …. adına tespit ve tescil edilmiştir. Davacılar İ… ve …, tapuda 1/3 paylarla malik oldukları komşu 146 ada 15 parsel sayılı taşınmaza dahil olması gereken taşınmaz bölümlerinin çekişmeli taşınmazlar içerisinde tespit ve tescil edilmesinin hatalı olduğu iddiasına dayanarak dava açmıştır. Mahkemece yapılan yargılama sonunda davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Davacılar, kendilerinin 1/3’er paylı olarak malik oldukları 146 ada 15 parsel sayılı taşınmazın eksik tespit edildiği iddiasıyla dava açmış olup, bu taşınmazın tapu maliki sadece davacılar İsak ve … değildir, bu kişilerden başka dava dışı ….’in de bu taşınmazda kayıt maliki olduğu, dosya arasında bulunan tapu kayıt örneğinden anlaşılmaktadır. Nitekim; iddianın öne sürülüş biçimine göre mahkemece verilecek karar sonucunda taşınmazın kadastro sonucu belirlenen sınırlarının değişmesi ihtimali bulunmaktadır. Bu nedenle bu davanın kayıt maliklerinin tümü tarafından birlikte açılması gerekir. Hal böyle olunca; mahkemece davacı tarafa, diğer 1/3 pay tapu kayıt maliki olan ….’in; davaya katılmasının sağlanması için imkan verilmeli, mümkün olmadığı takdirde davaya dahil edilmesi sağlanmalı; bundan sonra toplanan ve toplanacak tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmelidir. Davalı Necati Barın’ın temyiz itirazları açıklanan nedenlerle yerinde görüldüğünden kabulü ile hükmün BOZULMASINA, bozma nedenine göre sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına peşin yatırılan temyiz karar harcının talep halinde temyiz edenlere iadesine, 08.03.2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

17. Hukuk Dairesi 2016/13784 E. , 2019/5942 K.
  • HMK Madde 1
  • Görevin Belirlenmesi ve Niteliği

Davacı vekili; 21.10.2010 tarihinde, davalıların sürücüsü ve zorunlu mali mesuliyet sigortacısı oldukları aracın ters yönden girdiği yolda yaya olan müvekkiline çarparak yaralanmasına neden olduğunu belirterek belirsiz alacak olarak 30.000,00 TL maddi tazminatın davalılardan müştereken-müteselsilen ve 10.000,00 TL manevi tazminatın davalı …’dan, kaza tarihinden işleyecek yasal faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiş, 14.12.2015 tarihinde maddi talebini 47.038,55 TL’ye yükseltmiştir.

Davalılar, davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece; davanın kabulü ile 47.038,55 TL maddi tazminatın davalılardan müştereken-müteselsilen ve 10.000,00 TL manevi tazminatın davalı …’dan, kaza (sigorta şirketinden dava) tarihinden işleyecek yasal faizi ile birlikte tahsiline karar verilmiş; hüküm davalı … vekili tarafından temyiz edilmiştir.

1-Dava, trafik kazasından kaynaklı cismani zarar nedeniyle maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.

Dava tarihi 10/12/2014 tarihi itibarı ile yürürlükte bulunan 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 4/1-a maddesi gereği her iki tarafın ticari işletmesi ile ilgili olup olmadığına bakılmaksızın Türk Ticaret Kanunu’nda düzenlenen hususlar ticari davalardır. TTK’nun 5/1. maddesi gereği ticari davalara bakmakla görevli mahkeme Asliye Ticaret mahkemeleridir. 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 01.07.2012 tarihinden itibaren yasanın 5/3 maddesi gereği Asliye Hukuk mahkemeleri ile Asliye Ticaret mahkemeleri arasındaki ilişki işbölümü olmaktan çıkmış görev ilişkisi haline gelmiştir. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 1. maddesi gereği göreve ilişkin kurallar kamu düzeni ile ilgili olup mahkemece kendiliğinden dikkate alınması gerekmektedir.

Açılan somut davada davalılar arasında Zorunlu Mali Sorumluluk sigortacısı da bulunmaktadır. Sigorta hukuku 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 6. kitabında 1401 ve devamı maddelerinde, zorunlu sorumluluk sigortası ise 1483 ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. Bu durumda Türk Ticaret Kanunu’nda düzenlenen hususlardan olması nedeniyle dava ticari dava olup Asliye Ticaret Mahkemesi görev alanı içinde bulunmakta olup mahkemece görevsizlik kararı verilmesi gerekirken işin esasına girilerek yazılı olduğu şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir.

2-Bozma ilamının kapsam ve şekli gözönünde bulundurularak, davalı … vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik gerek görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle hükmün BOZULMASINA, (2) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı … vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davalı …’a geri verilmesine 13/05/2019 gününde oybirliğiyle karar verildi.

17. Hukuk Dairesi 2016/7827 E. , 2019/7180 K.
  • HMK Madde 1
  • Görevin Belirlenmesi ve Niteliği

Taraflar arasındaki itirazın iptali davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne dair verilen hükmün süresi içinde davacılar vekili ve davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:

RDavacılar vekili; müvekkillerinin murisi …’ın 04/02/2013 tarihinde vefat ettiğini, vefatından önce Yapı Kredi Bankası A.Ş. … Şubesi’nden kullandığı kredilerin teminatı olarak davalı ile aralarında toplam 28.500,00 TL değerinde 4 farklı hayat sigorta poliçesinin düzenlendiğini, …’ın vefatından sonra yapılan başvuruya rağmen davalının TTK.’nın 1290 ve Hayat Sigortası Genel Şartları’nın C.3.maddelerini gerekçe göstererek “vefat tazminatını ödemeyeceklerini” bildirdiğini belirterek, davalının itirazının iptaline ve müvekkilleri yararına alacağın % 20’si oranında icra inkar tazminatının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili; davacıların murisi …’ın katılım beyan formunda “tüm kalp ve damar hatalıkları, felç, diyabet, her türlü kanser, ruh ve sinir hastalıkları, böbrek, akciğer, karaciğer ve kan hastalıklarının olmadığını, son 5 yıl içerisinde 5 günden uzun süre hastaneye yatmasını gerektiren ameliyat olmadığını, kapsamlı bir tedavi görmediğini ve hali hazırda malul olmadığını, son 12 ay içerisinde 30 günden uzun süreli sağlık raporu ile izin almadığını, düzenli bir tedavi veya kontrole ihtiyaç olan sağlık probleminin bulunmadığını” beyan ettiğini, sigorta sözleşmelerinin de bu beyan esas alınarak düzenlendiğini, …’ın 04/02/2013 tarihinde “solunum yetmezliği, KOAH ve diyabet rahatsızlıkları” nedeniyle vefat ettiğini, yapılan araştırma sonucunda sigortalıya 18/06/2007 tarihinde “KOAH”, 10/08/2007 tarihinde ise Hipertansiyon ve Kalp Yetmezliği” tanılarının konulduğunun ve sigortalının bu nedenle tedavi gördüğünün öğrenildiğini, bu hastalıkların poliçe öncesinde mevcut ve teşhis edilmiş olduğunu, sigortalının Hayat Sigortası Genel Şartları’nın C.2 ve TTK.’nın 1290.maddeleri gereğince beyan hükümlülüğüne aykırı davrandığını belirterek, davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, iddia, savunma, toplanan delillere göre; davanın kısmen kabulüne, davalının Eskişehir 6. İcra Dairesinin 2013/5098 esas sayılı icra takibine yaptığı itirazın 9.111,11 TL yönünden iptaline, inkar tazminatının şartları bulunmadığından reddine karar verilmiş; hüküm, davacılar vekili ve davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

1-Dava, hayat sigortası poliçesinden kaynaklanan tazminata dair yapılan icra takibine itirazın iptali istemine ilişkindir. Somut olayda davacılar murisince Yapı ve Kredi Bankası’ndan tüketici kredisi çekildiğini, bu esnada murisi adına davalı sigorta şirketince Hayat Sigorta poliçesi tanzim edildiğini, murisin vefatı nedeniyle davalı sigorta şirketince ödeme yapılmadığını ileri sürerek sigorta bedelinin davalı sigorta şirketinden tahsiline karar verilmesini talep etmektedirler.

Dava, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanununun yürürlükte olduğu, 25.07.2013 tarihinde açılmıştır. Davacılar ile davalı sigorta şirketi arasındaki uyuşmazlık 6102 sayılı TTK 1487 vd. maddesinde düzenlenen Hayat Sigorta Poliçesinden kaynaklanmaktadır. 6102 sayılı TTK 4/a maddesinde “bu kanunda” öngörülen hususlardan doğan hukuk davalarının ticari dava sayılacağı, Yasanın 5.maddesinde de Asliye Ticaret Mahkemesinin tüm ticari davalara bakmakla görevli olduğu düzenlenmiştir. Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olup, mahkemece re’sen dikkate alınması zorunludur. Bu durumda, davacıların murisi ile davalı sigorta şirketi arasındaki ilişkinin ticari nitelikte olduğu dolayısıyla davanın ticari dava ve görevli mahkemenin Ticaret Mahkemesi olduğu göz önünde tutularak Asliye Ticaret Mahkemesi’ne gönderilmesi gerekirken, yargılamaya devam edilerek yazılı şekilde hüküm kurulması bozmayı gerektirmiştir.

2-Bozma neden ve şekline göre, davacılar vekili ve davalı vekilinin temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine gerek görülmemiştir. SONUÇ:Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle hükmün BOZULMASINA, (2) nolu bentte açıklanan nedenlerle, bozma neden ve şekline göre davacılar vekili ve davalı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davacılara ve davalıya geri verilmesine, 10/06/2019 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Hukuk Genel Kurulu 2017/1382 E. , 2018/1252 K.
  • HMK Madde 1
  • Görevin Belirlenmesi ve Niteliği

Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İstanbul Anadolu 4.Asliye Hukuk (Kapatılan Pendik 2. Asliye Hukuk) Mahkemesince “davanın … yönünden reddine, davalı … Büyükşehir Belediyesi ve …….. İnş. ve San. Tic. A.Ş. yönünden kısmen kabulüne” dair verilen 29.11.2011 gün ve 2002/51 E., 2011/741 K. sayılı karar davalı … Büyükşehir Belediye Başkanlığı tarafından temyiz edilmekle; Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 19.04.2012 gün ve 2012/4440 E., 2012/6920 K. sayılı kararı ile; “… Dava, haksız eylem nedeniyle maddi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiş; hüküm, davalılardan … Büyükşehir Belediye Başkanlığı tarafından temyiz olunmuştur.

Davacılar, davalı Belediye Başkanlığı sorumluluğunda gerçekleştirilen yol yapım çalışmaları sırasında yeterli önlem alınmaması, uyarı ve işaret eksiği nedenleriyle meydana gelen trafik kazasından kaynaklanan zararlar için maddi tazminat isteminde bulunmuştur. Davalı … Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nın kamu kurumu niteliğinde olduğu; davaya konu yol yapım çalışmasının, bakım ve korunmasının da görevleri arasında bulunduğu açıktır. Diğer yandan, bir kamu kurumu tarafından kamu yasaları uyarınca yapılmış olan tesislere bakma ve o tesisleri kullanma yükümlülüğü yine kamu yasalarından doğan bir yükümlülüktür. O halde, anılan nitelikteki bir kamu tesisinin gerek yapılmasındaki, gerekse kullanılması veya korunmasındaki kusurdan doğan zararlar; idari karar ve eylemlerden doğan zararlar niteliğinde bulunduğundan ödetilmesi istekleri 11.2.1959 günlü ve 17/15 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı’nın II. bendi hükmünce tam yargı davasının konusunu oluştururlar. Bu nitelikteki davaların ise idari yargı yerinde açılması gerekir.

Tüm bu açıklamalar karşısında, tazminat istemine konu olayın, kamu hizmetinin görüldüğü bir sırada ve hizmet ile ilgili bulunduğu kabul edilmelidir. İdare’nin hizmet kusuru niteliğindeki eylemi sonucu meydana gelen zararlardan dolayı; İdari Yargılama Usulü Yasası’nın 2/1-b maddesi gereğince İdare’ye karşı, idari yargı yerinde tam yargı davası açılması gerekir. Mahkemece, yargı yolu bakımından görevsizlik kararı verilmesi gerekirken, işin esasının çözümlenmesi; usul ve yasaya mutlak aykırılık oluşturup, bozmayı gerektirmiştir…”) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemesince önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava trafik kazasından kaynaklanan destekten yoksun kalma tazminatı ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Davacılar vekili davalı Belediye Başkanlığı sorumluluğunda gerçekleştirilen yol çalışmaları sırasında yeterli önlem alınmadığını, uyarı ve işaret eksikliği nedeni ile kazaya sebebiyet verildiğini belirterek destekten yoksun kalma tazminatı ve manevi tazminatın davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Davalı … İnş. San. ve Tic.A.Ş. vekili kaza mahallinde olması gereken tüm önlemlerin alındığını ve müvekkili şirketin kusursuz olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur. Davalı … Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekili belediyenin kontrol sorumluluğunu gereği gibi yerine getirmediğinden bahsedilemeyeceğini, kamu kurumu niteliğinde olan İstanbul Büyükşehir Belediyesi aleyhine açılan bu davanın konusu itibari ile tam yargı davası olarak çözümlenmesi gerektiğini belirterek davanın reddini savunmuştur. Davalı … vekili dava konusu olayda kendilerine yüklenecek bir kusurun olmadığını, yolun trafiğe kapalı olduğunu, trafik görevlilerinin trafiğe açık olan yoldaki trafik güvenlik önlemlerini almakla yükümlü olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece taraflar arasındaki çekişmenin kaynağının haksız fiile ilişkin olduğu, davalı …’nın kazanın oluşunda kusuru ve sorumluluğu bulunmadığı, davalı şirketin ve davalı … Büyükşehir Belediyesi Başkanlığının ise kaza ve dava tarihinde yürürlükte bulunan 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 41 ve 55. maddeleri uyarınca zarardan müştereken ve müteselsilen sorumlu oldukları gerekçesi ile davalı … Bakanlığına açılan davanın reddine, diğer davalılar yönünden maddi tazminat davasının kabulü ve manevi tazminat davasının kısmen kabulüne ve zarardan davalılar … Büyükşehir Belediyesi ve … A.Ş.’nin müştereken ve müteselsilen sorumluluğuna karar verilmiştir.

Davalı … Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekilinin temyizi üzerine hüküm, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur. Yerel Mahkemece önceki gerekçelerle direnme kararı verilmiştir. Direnme kararı davalı … Büyükşehir Belediyesi vekili ve davalı … San. ve Tic. A.Ş. vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık: Davalı Büyükşehir Belediyesi hakkında açılan davanın yargı yolu bakımından adli yargıda mı idari yargıda mı çözümlenmesi gerektiği noktasında toplanmaktadır. Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında işin esasına geçilmeden önce, mahkemece verilen ilk kararda davalı … yönünden davanın reddine karar verilmiş olması ve direnme kararında ise davalı … yönünden verilen karar kesinleşmekle yeniden karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiş olması karşısında direnme kararının usulüne uygun olup olmadığı hususu ön sorun olarak tartışılmış, mahkemece verilen ilk kararın sadece … Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekili tarafından temyiz edildiği, Özel Dairece kararın … Büyükşehir Belediye Başkanlığı yönünden bozulduğundan diğer davalılar yönünden temyiz edilmeksizin kesinleştiği ve direnme kararının usulüne uygun olarak verildiği oy birliği ile kabul edilmiştir.

I- Davalı … San. ve Tic. A.Ş. vekilinin temyiz istemi yönünden yapılan incelemede; hukuki yararın dava şartı olduğu kadar temyiz istemi için de aranan bir şart olduğu, davalı şirketin mahkemenin ilk hükmünü temyiz etmediği ve bozma kararının yalnızca davalı … Büyükşehir Belediye Başkanlığına yönelik verildiği, davalı … San. ve Tic. A.Ş. yönünden karar kesinleşmiş olmakla, artık bu tarafın direnme kararını temyizde de hukuki yararı bulunmadığından, davalı … San. ve Tic. A.Ş. vekilinin direnme hükmüne yönelik temyiz isteminin hukuki yarar yokluğundan reddine karar verilmelidir.

II- Davalı … Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesinde; 11.02.1959 gün ve 1958/17 E., 1959/15 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında açıkça ifade edildiği gibi bir kamu kurumu tarafından verilen kararlar üzerine plân ve projesine göre bir yol yapılması dolayısıyla evinin duvarı yıkılan veya bodrumunu sel basan, su tesisinin bozukluğu yahut bakımındaki ihmal yüzünden tarlasını sular basıp, tarlası kullanılamaz hâle gelen kimsenin uğradığı zararlar gibi zararlar, idari kararın ve fiilin neticesinde meydana gelen zararlardır. Zira bir kamu kurumunun görevlerinden olan bir işi yapmayı kararlaştırması idari bir karar olduğu gibi, bu kararı yerine getirmek üzere plân ve projeler yapıp, o plân ve projeler gereğince işi görmesi de kararın neticesi olan birer idari eylemdir. O hâlde bu fiillerden doğan zararların ödettirilmesi istekleri, 2557 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesi hükmünce bir tam yargı davasıdır ve bu davalara bakmaya idari yargı yeri görevlidir.

Kısaca 11.02.1959 gün ve 17/15 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında, kamu kuruluşlarının verdikleri kararlar sonunda plân ve projelerine uygun olarak tesisler yaptırmış olmaları ya da bu tesisleri kullanmaları yahut tesislere bakmaları nedeniyle kişilerin uğramış oldukları zararların ödetilmesine ilişkin davalar idari davalardan olup, bu tür davalara bakmaya idari yargının görevli olduğu benimsenmiştir.

Uyuşmazlık Mahkemesi’nin 06.12.1999 gün ve 1999/38 E., 1999/40 K. sayılı kararında ise “idarenin yürütmekle yükümlü bulunduğu kamu hizmetine ilişkin olarak uygulamaya koyduğu plân ve projeye göre meydana getirdiği yol, kanal, baraj, su yolları, su şebekesi gibi tesislerin kurulması işletilmesi ve bakımı sırasında kişilere verdiği zararların tazmini istemiyle açılacak davaların görüm ve çözümünün idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları muhtel olanlar tarafından açılacak tam yargı davaları kapsamında yargısal denetim yapan idari yargı yerine ait olduğu” vurgulandıktan sonra “Kamu hizmetinin, yöntemine ve hukuka uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin; kamu yararına uygun şekilde işletilip işletilmediğinin; dolayısıyla, olayda hizmet kusuru ya da başka bir nedenle idarenin sorumluluğu bulunup bulunmadığının yargısal denetiminin, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesinde ‘idari dava türleri’ arasında sayılan ‘idari işlem ve eylemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılacak tam yargı davası’ kapsamında idari yargı yerlerince yapılacağına” işaret edilmiş ve idarenin görevinde olan kamu hizmetini yürüttüğü sıradaki eyleminden doğan zararın giderilmesine yönelik olarak açılan davanın idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

Gerçekten, idari eylem ve işlemlerden dolayı zarar gören kişiler tarafından açılacak “tam yargı” davaları idari yargı yerinde görülür ve çözümlenir. İdari eylem, kamu idare ve kuruluşlarının kamu görevine ilişkin, idare hukuku kural ve gereklerine göre yaptığı olumlu veya olumsuz davranış ve fiillerden ibarettir. İdari işlem ise, idari kanunlara dayanılarak yapılan muamelelere denilmektedir. İdarenin eylem ve işlemleri, onun kamu hukuku alanındaki kamu gücünü (kamu otoritesini) kullanarak, idare hukuku kural ve gerekleri uyarınca yaptığı faaliyetlerin, hukuki ve maddi hayattaki görünümleridir. Kamu idare ve kuruluşlarının, kamu otoritesinin (egemenlik hakkının) bir temsilcisi olarak yaptığı faaliyetlerinde veya ondan doğan eylemlerinde hizmet unsuru söz konusudur. O hâlde; kamu kuruluş faaliyet alanı içerisine giren kamu hizmetlerini yerine getirirken sebebiyet verdikleri zararların tazmini için açılan davaların hizmet kusuruna dayanması nedeniyle, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesi gereğince idari yargı yerinde görülüp sonuçlandırılması gerekir.

Nitekim aynı ilkeler, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 04.04.2007 gün ve 2007/4-141 E. , 2007/188 K., 05.03.2014 gün ve 2013/ 4-415 E. 2014/199 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir. Somut olayda; davalı Belediye Başkanlığının yürütmekle yükümlü bulunduğu kamu hizmetine ilişkin olarak uygulamaya koyduğu proje çerçevesinde yol çalışması yaptığından ve yol çalışması sırasında yeterli önlemlerin alınmadığı gibi uyarı işaret ve levhalarının eksik konulmasından zararın doğduğu ileri sürüldüğünden, dava, hizmet kusuruna dayanmakta olup, tam yargı davası niteliğindedir. Böyle bir uyuşmazlığın ise idari yargı yerinde çözümlenmesi gerekir. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında bazı üyelerce, davalı idarenin söz konusu işi taşeron bir firmaya yaptırdığı ve davaya konu zararın taşeron firma tarafından meydana getirildiğinden, Borçlar Kanunu’nun adam çalıştıranın sorumluluğu ilkelerine göre, eldeki uyuşmazlığın çözüm yerinin adli yargı olduğu görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

Yukarıda belirtilen maddî ve yasal olgular dikkate alındığında; mahkemece Büyükşehir Belediye Başkanlığı yönünden davanın yargı yolu bakımından reddine karar verilmesi gerekirken işin esasının incelenmesi doğru değildir. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır. SONUÇ: Yukarıda (I) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı … San. ve Tic. A.Ş. vekilinin temyiz isteminin hukuki yarar yokluğundan REDDİNE 13.06.2018 gününde oy birliği ile, (II) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı … Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan gerekçelerle BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatıranlara geri verilmesine, tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 27.06.2018 gününde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğu ile karar verildi.

Hukuk Genel Kurulu 2017/1523 E. , 2020/391 K.
  • HMK Madde 1
  • Görevin Belirlenmesi ve Niteliği

1. Taraflar arasındaki “itirazın iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Adana 1. Sulh Hukuk Mahkemesince verilen husumet nedeniyle davanın reddine ilişkin karar davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 3. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir

2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:

4. Davacı vekili 03.02.2005 tarihli dava dilekçesinde; davalının müvekkiline ait şirketin büro sorumlusu olarak 01.04.1997 tarihinde sözleşme imzalanarak göreve başlatıldığını, düzenlenen bu sözleşmede davalının hiçbir şekilde mal teslim edemeyeceği, müşteriden para tahsil edemeyeceği açık bir şekilde belirtilmiş olmasına rağmen, davalının hem mal teslim etmiş hem de peşin sattığı hâlde taksitle satış yapmış gibi sözleşmeler (sahte olarak) düzenleyerek müvekkilini yanılttığını, bu durumun sözleşmelere dayanarak herhangi bir alıcı tarafından ödeme yapılmıyor olması nedeniyle müvekkili tarafından müşterilere yazılan yazılara gelen cevaplar ile anlaşıldığını, bunun üzerine davalının Cumhuriyet Başsavcılığına şikâyet edildiğini, Kahramanmaraş 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 1998/198 E. 1999/711 K. sayılı kararında davalının görevi dâhilinde olmamasına rağmen mal satıp bedelini tahsil etmek suretiyle hizmet sebebiyle emniyeti suistimal suçunu işlediğinden bahisle mahkûm edildiğini, ceza davasında müvekkilinin zararının 2.500TL olduğunun vurgulandığını; ayrıca sorumluluğu altında bulunan büroda bulunan bazı demirbaş eşyaları yağma edip müvekkilini zarara soktuğunun Kahramanmaraş 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 1998/401 E. 1999/260 K. sayılı dosyası ile sabit olduğunu, müvekkilinin davalıya maddi olarak destekte bulunduğunu, borç olarak verdiği ve kısmî senetsiz olan alacaklarını senede bağlamak ve tahsil etmek amacı ile aylık olarak takip eden 450.000.000TL bedelli 5 adet bono düzenlendiğini, bu senetlerin davalının mal satışları sonucu zimmetine geçirdiğini, ancak Asliye Ceza Mahkemesince tespit edilmiş olan zarar miktarı ile ilgisinin olmadığını, 2.500TL zarar nedeniyle davalı hakkında Adana 4. İcra Müdürlüğünün 2004/7407 E. sayılı dosyası ile icra takibine geçildiğini ileri sürerek davalının takibe yapmış olduğu vaki itirazının iptali ile takibin devamına, alacağın %40’ı oranında icra inkâr tazminatına mahkûm edilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı Cevabı:

5. Davalı davaya cevap vermemiştir.

İlk Derece Mahkemesi 1. Kararı:

6. Adana 1. Sulh Hukuk Mahkemesinin 27.10.2005 tarihli ve 2005/222 E., 2005/2134 K. sayılı kararı ile; davalının icra takibine itirazının haksız olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

Özel Daire 1. Bozma Kararı:

7. Adana 1. Sulh Hukuk Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı asil temyiz isteminde bulunmuştur.

8. Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 26.01.2010 tarihli ve 2010/671 E., 2010/873 K. sayılı kararı ile; “…Öncelikle, davalının şirket elemanı olarak çalıştığı dönemde şirkete verdiği zarardan dolayı ancak zarar gören şirketin dava açabileceği, dolayısıyla aktif husumet ehliyeti araştırılmadan davacı gerçek kişinin açtığı davanın kabulü usul ve yasaya uygun değildir, Ayrıca, kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, bir davada taraflardan her biri hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür (TMK. md.6). Buna göre ispat yükü önce alacağın varlığını ileri süren davacı tarafa aittir. Davacı vekili asliye ceza mahkemesinin dava dosyası ve bir kısım belgeler ileri sürmüştür. Ancak, ceza mahkemesi kararları hukuk hâkimini bağlamadığı gibi (BK. md. 53), o davada bilirkişi incelemesi ile zararın varlığı da araştırılmadan müşteki beyanına göre hüküm kurulmuştur. O nedenle, öncelikle davacı vekilinin sunduğu deliller incelenerek zararın varlığı ve miktarı saptanmadan 2.500TL alacak için itirazın iptali doğru görülmemiştir. Kabule göre ise; aynı davacı tarafından davalı aleyhine bonolar ile 2.250TL alacak için 29.12.1999 tarihinde takip başlatılmıştır. Bu bonoların tarihi ve miktarı ile taraflar arasındaki hizmet ilişkisi değerlendirilerek teminat senedi sayılıp sayılmayacağı, böylece zararın karşılanıp karşılanmadığı tartışılmadan hüküm kurulması da doğru değildir. Davanın dayanağı icra takip dosyasının bu dosya içine alınmaması ve davalı takibe itirazında zamanaşımı itirazında bulunduğu hâlde, bu konunun incelemesiz bırakılması, alacak likit olmadığı hâlde davacı lehine icra inkâr tazminatına hükmedilmesi de bozmayı gerektirmiştir…” gerekçesi ile karar bozulmuştur.

İlk Derece Mahkemesi 2. Kararı:

9. Mahkemece bozma kararına uyulduktan sonra, Adana 1. Sulh Hukuk Mahkemesinin 05.10.2010 tarihli ve 2010/1216 E., 2010/2538 K. sayılı kararı ile; davalının dava dışı … Pazarlama Dağ. ve Hiz. Org. Ltd. şirketinin işçisi olduğu, davaya konu tazminatın bu şirkette çalıştığı dönemler itibari ile şirket adına satışı yapılan ürünlerden tahsil edilen paranın şirkete teslim edilmemesinden kaynaklandığı, bu hususun davacı vekilince mahkemeye sunulan 03.01.2005 tarihli dava dilekçesinin 1. ve 2. sayfasında ayrıntılı olarak açıklandığı, dosyaya sunulan sipariş sözleşmelerinde dahi davalının şirket için çalıştığının anlaşıldığı, bu nedenle davacının kendi adına dava açma ehliyetinin bulunmadığı, dava dışı şirketin mal varlığında azalma olduğu iddia edilmiş olduğundan bu iddia çerçevesinde ancak dava dışı şirketin davalıya karşı aktif dava ehliyetinin mevcut olduğu gerekçesiyle davanın husumet yokluğu nedeniyle reddine karar verilmiştir.

Özel Daire 2. Bozma Kararı:

10. Adana 1. Sulh Hukuk Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

11. Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 12.02.2013 tarihli ve 2013/368 E., 2013/2093 K. sayılı kararı ile; “…Mahkemenin de kabulünde olduğu üzere, zarar gören şirketin dava açabileceği doğrudur. Ancak; davacı taraf, dava konusu alacağı dava dışı şirkete ödediğini iddia ettiğine göre artık sebepsiz yere mal varlığında azalma olan taraf davacı olacağından, davacının dava açma hakkı bulunmaktadır. Bu nedenle de husumet nedeni ile ret kararı yerinde değildir. Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, bir davada taraflardan her biri hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür (TMK.md.6). Buna göre ispat yükü önce alacağın varlığını ileri süren davacı tarafa aittir. Öyle ise mahkemece, davacı tarafa, zarar gören şirkete davalının tahsil ettiği bedeli ödediğine ilişkin iddiasını ispat yönünden imkân tanınarak, yapılacak yargılama neticesinde hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken…” gerekçesi ile karar bozulmuştur.

Direnme Kararı:

12. Adana 1. Sulh Hukuk Mahkemesinin 06.11.2013 tarihli ve 2013/702 E., 2013/1289 K. sayılı kararı ile; önceki gerekçelerle ve bu gerekçelere ilave olarak, “…davacı tarafça, davalının dava dışı tüzel kişilik adına tahsil ettiği paraları, dava dışı tüzel kişiliğe ödediği ve sebepsiz zenginleşme iddiasına dayandığını dava dilekçesi ve aşamalarda belirtmeyip ilk bozma kararından sonra aktif husumet ehliyeti yokluğundan davanın reddine yönelik verilen 05/10/2010 tarihli gerekçeli karara karşı düzenlenen 11/05/2012 tarihli temyiz dilekçesinin 3. maddesinde belirtildiği görüldüğünden, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olduğu, bu nedenle sonradan davaya ilişkin hukuki sebebin değiştirilemeyeceği anlaşıldığından, davanın aktif husumet yokluğundan reddine yönelik kararımızın yerinde olduğu…” gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

13. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

14. Davacının eldeki davada aktif dava ehliyetinin bulunup bulunmadığı, dava dilekçesinde belirtmediği sebepsiz zenginleşme iddiasına dayandığı hususunu temyiz dilekçesinde ileri sürmesinin iddianın genişletilmesi yasağına tabi olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

III. ÖN SORUN

15. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında işin esasının incelenmesinden önce dava dilekçesinde, davalının davacıya ait şirketin çalışanı olduğu ve davalı ile sözleşme imzalandığı belirtilmek suretiyle dava açıldığına göre, eldeki davada iş mahkemelerinin mi yoksa genel mahkemelerin mi görevli olduğu hususu ön sorun olarak ele alınıp incelenmiştir.

IV. GEREKÇE

16. Mahkemenin, davanın esası hakkında yargılama yapabilmesi (davayı esastan inceleyebilmesi) için varlığı veya yokluğu gerekli olan hâllere dava şartları denir.

17. Bilindiği üzere, dava şartlarının neler olduğu 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 114. maddesinde belirtilmiş olup, anılan düzenlemenin 1. bendinin (c) alt bendinde mahkemenin görevli olması dava şartı olarak düzenlenmiştir. Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olup, bir dava ancak görevli mahkemece incelenebilir. Mahkeme her şeyden önce görevli olmalıdır. Görevsiz mahkemede açılan davanın dava şartı yokluğundan usulden reddi gerekir (Pekcanıtez H./ Özekes M./ Akkan M./ Korkmaz H.T.: Pekcanıtez Usul Medeni Usul Hukuku, Cilt II, İstanbul 2017, s. 930).

18. Dava şartlarının amacı, bir davanın esası hakkında incelemeye geçilebilmesi için gerekli bütün şartları ve bunların incelenmesi usulünü tespit etmek, böylece davaların daha çabuk, basit ve ekonomik bir şekilde sonuçlanmasına yardımcı olmaktır (Kuru, B.: İstinaf Sistemine Göre Yazılmış Medeni Usul Hukuku, İstanbul 2016, s 190).

19. Bu noktadan hareketle, uyuşmazlık yönünden görevli mahkeme kavramının açıklanması gerekmektedir.

20. Genel anlamda bir mahkemenin görevi belirli bir davaya, dava konusunun niteliği veya değerine göre o yerdeki aynı yargı koluna ait ilk derece mahkemelerinden hangisi tarafından bakılabileceğini belirtir. Bilindiği üzere, ilk derece mahkemeleri genel mahkemeler ve özel mahkemeler olarak ikiye ayrılmışlardır. Hangi davalara özel mahkemelerde, hangi davalara genel mahkemelerde bakılacağı ve genel mahkemelerde bakılacak davalardan hangilerine asliye hukuk mahkemesinde, hangilerine sulh hukuk mahkemesinde bakılacağı hususuna görev, bunu düzenleyen kurallara da görev kuralları denir. Genel mahkeme ile özel mahkeme arasındaki ilişkinin bir görev ilişkisi olduğu ve görevle ilgili kuralların kamu düzenine ilişkin bulunduğu konusunda öğretide ve uygulamada duraksama yoktur. Genel mahkemelerin bakacakları davalar, belirli kişi ve iş gruplarına göre sınırlandırılmamış olup, aksi belirtilmedikçe medeni yargılama hukukuna giren her türlü işe bakmakla görevlidirler. Açık kanun hükmü ile özel mahkemelerde görüleceği belirtilmemiş olan bütün davalar genel mahkemelerin görevine girer.

21. Buna karşılık özel mahkemeler, belirli kişiler arasında çıkan veya belirli uyuşmazlıklara bakmakla görevlidir. Diğer bir ifadeyle, özel mahkemeler özel kanunlarla kurulmuş olup özel kanunlarda belirtilen davaları yürütür.

22. Genel mahkemelerin kuruluşunda olduğu gibi özel mahkemelerin (veya ihtisas mahkemelerinin) kuruluşu da mutlaka ayrı (özel) bir kanun hükmü ile düzenlenir. Özel mahkemelerin kuruluşunun tabii hâkim ilkesine aykırı düşmeyeceği 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 37. maddesinde belirtilmiştir.

23. Yukarıda belirtildiği üzere, göreve ilişkin kurallar kamu düzenine ilişkin olup, HMK’nın 114/1-c maddesine göre mahkemenin görevli olması dava şartıdır. HMK’nın 115. maddesine göre ise dava şartlarının mevcut olup olmadığı, taraflarca ileri sürülüp sürülmediğine bakılmaksızın yargılamanın her aşamasında mahkemece kendiliğinden gözetilir. Bu nedenle, dava açılırken dayanılan hukuki ve maddi olguların göreve etkili olduğu durumda öncelikle hukuki niteleme yapılmalı ve sonucuna göre mahkemenin görevsiz olduğu kanısına varılırsa dava dilekçesinin usulden reddine karar verilmelidir. Görev nedeniyle reddi kararında görevli mahkemenin hangi mahkeme olduğu belirtilmeli ve dava dosyasının bu görevli mahkemeye gönderilmesine karar verilmelidir (HMK m.20).

24. İş mahkemelerinin görevi dava tarihinde yürürlükte olan mülga 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 1. maddesinde belirtilmiş olup; “İş Kanununa göre işçi sayılan kimselerle (o kanunun değiştirilen ikinci maddesinin Ç, D ve E fıkralarında istisna edilen işlerde çalışanlar hariç) işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden veya İş Kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının çözülmesi ile görevli olarak lüzum görülen yerlerde iş mahkemeleri kurulur. Bu mahkemeler: A) (Mülga: 18/10/2012-6356/81 md.) B) İşçi Sigortaları Kurumu ile sigortalılar veya yerine kaim olan hak sahipleri arasındaki uyuşmazlıklardan doğan itiraz ve davalara da bakarlar” şeklinde düzenlenmiştir.

25. Mülga 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 1. maddesi uyarınca işçi sayılan kimselerle (Kanun’un değiştirilen 2. maddesinin Ç, D ve E fıkralarında istisna edilen işlerde çalışanlar hariç) işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden veya İş Kanunu’na dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuki uyuşmazlıklar iş mahkemelerinde çözümlenecektir. İş mahkemeleri ayrıca, 5018 sayılı Kanun’un 4/E fıkrasına göre sendikaların açacakları ve bu sıfatla aleyhine açılacak hukuk davalarına İşçi Sigortaları Kurumu ile Sigortalılar veya yerine kaim olan hak sahipleri arasındaki uyuşmazlıklardan doğan itiraz ve davalara da bakacaklardır.

26. Diğer taraftan 25.10.2017 tarihinde yürürlüğe giren 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 5. maddesinde iş mahkemelerinin görevi düzenlenmiş olup; “İş mahkemeleri;

a) 5953 sayılı Kanun’a tabi gazeteciler, 854 sayılı Kanun’a tabi gemi adamları, 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu’na veya 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun İkinci Kısmının Altıncı Bölümünde düzenlenen hizmet sözleşmelerine tabi işçiler ile işveren veya işveren vekilleri arasında, iş ilişkisi nedeniyle sözleşmeden veya kanundan doğan her türlü hukuk uyuşmazlıklarına,

b) İdari para cezalarına itirazlar ile 5510 sayılı Kanun’un geçici 4’üncü maddesi kapsamındaki uyuşmazlıklar hariç olmak üzere Sosyal Güvenlik Kurumu veya Türkiye İş Kurumunun taraf olduğu iş ve sosyal güvenlik mevzuatından kaynaklanan uyuşmazlıklara,

c) Diğer kanunlarda iş mahkemelerinin görevli olduğu belirtilen uyuşmazlıklara, ilişkin dava ve işlere …” şeklinde düzenlenmiştir.

27. İş sözleşmesi kavramını açıklamak gerekirse, bir tarafın (işçi) bağımlı olarak iş görmeyi, diğer tarafın da (işveren) ücret ödemeyi üstlenmesinden oluşan sözleşmedir. 4857 sayılı İş Kanunu’nun 8. maddesi; “İş sözleşmesi, bir tarafın (işçi) bağımlı olarak iş görmeyi, diğer tarafın (işveren) da ücret ödemeyi üstlenmesinden oluşan sözleşmedir. İş sözleşmesi, Kanunda aksi belirtilmedikçe, özel bir şekle tabi değildir…”şeklinde düzenlenmiştir.

28. Sözleşme tarihinde yürürlükte olan mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 313. maddesinde hizmet sözleşmesi ise; “Hizmet akdi, bir mukaveledir ki onunla işçi, muayyen veya gayrimuayyen bir zamanda hizmet görmeği ve iş sahibi dahi ona bir ücret vermeği taahhüt eder. Ücret, zaman itibariyle olmayıp yapılan işe göre verildiği takdirde dahi işçi muayyen veya gayri muayyen bir zaman için alınmış veya çalışmış oldukça, hizmet akdi yine mevcuttur; buna parça üzerine hizmet veya götürü hizmet denir.” ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 393. maddesinde hizmet sözleşmesi “İşçinin işverene bağımlı olarak belirli veya belirli olmayan süreyle iş görmeyi ve işverenin de ona zamana veya yapılan işe göre ücret ödemeyi üstlendiği sözleşme” olarak tanımlanmış ve İş Kanunu’ndan farklı olarak iş görme ve ücret unsurunun alt unsurları vurgulanarak açıklanmıştır.

29. 4857 Sayılı İş Kanunu ve 6098 sayılı TBK’da yer alan tanımlar dikkate alındığında iş sözleşmesinin unsurlarını “iş”, “ücret” ve “bağımlılık” oluşturmaktadır. İş sözleşmesinin belirtilen unsurları, aynı zamanda söz konusu sözleşmenin ayırt edici özellikleri olup, sözleşmenin taraflarının kararlaştırmış oldukları ilişkinin iş ilişkisi olarak tasnif edilip edilemeyeceği noktasında önem taşımaktadır.

30. İşçi niteliğinin belirlenmesine gelince, çalışan kişinin işverene ait bir organizasyon kapsamında iş görme borcunu yerine getirip getirmediği önem taşımaktadır (Süzek, S.: İş Hukuku, İstanbul 2016, s. 251-252).

31. 6098 sayılı TBK’nın altıncı bölümünün ikinci ayrımında 448 ile 460. maddeleri arasında hizmet sözleşmelerinin özel bir türü olarak düzenlenen pazarlamacılık sözleşmesi ise, pazarlamacının sürekli olarak bir ticari işletme sahibi işveren hesabına ve işletmesinin dışında, her türlü işlemin yapılmasına aracılık etmeyi veya yazılı anlaşma varsa, bu anlaşmada belirtilen işlemleri yapmayı, işletme sahibi işverenin de buna karşılık ücret ödemeyi üstlendiği sözleşmedir. 818 sayılı BK’nın 454. maddesinde pazarlamacı, seyyar tüccar memuru adıyla düzenlenmiş olup seyyar tüccar memuru, işletmenin merkezi dışındaki yerlerde “müessese namına sattıkları malın bedelini almak ve makbuz vermek ve borçluya mehil ita etmek” üzere yetkilendirilen tacir yardımcısıdır.

32. Yukarıdaki bilgiler ışığında somut olaya gelindiğinde, davacı vekilince dava dilekçesinde davalının müvekkiline ait şirketin çalışanı olduğu ve davalı ile sözleşme imzalandığı belirtilerek eldeki dava açılmış, davacı (dava dışı şirket yetkilisi sıfatıyla) ile davalı arasında hizmet sözleşmesinin özel bir türü olan pazarlamacılık sözleşmesi imzalanmış olduğuna göre, davalının hizmet akdi kapsamında çalışan işçi olduğu kabul edilerek, dava tarihinde yürürlükte olan mülga 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 1. maddesine göre işçi ile işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden doğan hukuki uyuşmazlıklarının özel mahkeme niteliğinde olan iş mahkemelerinde çözümleneceği dikkate alındığında eldeki davada iş mahkemelerinin görevli olduğu açıktır.

33. Hâl böyle olunca mahkemece, uyuşmazlığın çözümünde iş mahkemelerinin görevli olduğu gözetilerek görevsizlik kararı verilmesi gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. 34. Direnme kararı açıklanan bu değişik gerekçe ve nedenle bozulmalıdır.

V. SONUÇ Açıklanan nedenlerle; Direnme kararının bu değişik gerekçe ve nedenlerle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun (HUMK) 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, Bozma nedenine göre, davacı vekilinin diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana iadesine, Aynı Kanun’un 440/III/1-2 maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 10.06.2020 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.