
Karşı davanın açılması ve süresi
HMK Madde 133
(1) Karşı dava, cevap dilekçesiyle veya esasa cevap süresi içinde ayrı bir dilekçe verilmek suretiyle açılır.
(2) Süresinden sonra karşı dava açılması hâlinde, mahkeme davaların ayrılmasına karar verir.
6100 sayılı Kanunda Yer Alan Madde Gerekçesi
Maddenin birinci fıkrasında yer alan düzenleme ile, karşı davanın esasa cevap dilekçesiyle yahut esasa cevap süresi içerisinde verilecek ayrı bir dilekçeyle açılabileceği hususu hüküm altına alınmıştır. Karşı dava niteliği gereği zaten cevap dilekçesiyle yahut esasa cevap süresi içerisinde açılması gerekir. Burada yenilik arz eden nokta, karşı davanın esasa cevap süresi içerisinde, cevap dilekçesinin dışında ayrı bir dilekçe verilmek suretiyle de açılmasının mümkün kılınmış bulunmasıdır.
Maddenin ikinci fıkrasında ise süresinden sonra karşı dava açılması hâlinde, yargılamanın sürüncemede kalmasını önlemek amacıyla karşı dava açılabilmesi için Kanunun aradığı diğer şartlar gerçekleşmiş bulunsa bile, mahkemenin kendiliğinden dahi asıl davayla ona karşı açılmak istenen davanın ayrılmasına karar vereceği hususu hükme bağlanmıştır.
HMK Madde 133 Karşı dava açılması ve süresi
Yargıtay İçtihatları
Yargıtay 7. Hukuk Dairesi 2021/5475E. , 2022/5960K.
- HMK Madde 133
- Karşı dava açılması ve süresi
MAHKEMESİ : İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi
İLK DERECE
MAHKEMESİ : İzmir 11. Asliye Hukuk Mahkemesi
Davacı vekili tarafından, davalı aleyhine 07.05.2018 tarihinde verilen dilekçeyle asıl davada elatmanın önlenmesi ve ecrimisil, karşı davada alacak talep edilmesi üzerine yapılan duruşma sonunda; davanın reddine dair verilen 12.03.2019 tarihli hükmün istinaf yoluyla incelenmesi davacı vekili tarafından talep edilmiştir. İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesince istinaf talebinin esastan reddine dair verilen kararın davacı vekili ve katılma yoluyla davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya ve içeriğindeki tüm kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü.
KARAR
I.DAVA:
Davacı vekili; 852 ada 1 parsel sayılı taşınmazda bulunan 61 numaralı villanın maliki olduğunu, davalı ile anlaşmalı olarak bir protokol düzenlemek suretiyle boşandıklarını ve bu boşanmaya ilişkin İzmir 9. Aile Mahkemesinin 2011/729 Esas, 2012/166 sayılı Kararının 2012 yılında kesinleştiğini, anılan protokolde müvekkilinin aile konutu olarak o güne kadar kullanılan gayrimenkulün 1/2 hissesini davalıya devredeceğini ve davalının konutta oturacağının hüküm altına alındığını, davalının sonsuza kadar bila bedel oturma isteğinin müvekkili tarafından kabul edilmediğini, bu konunun protokole geçmediğini, davalının bu protokolü dayanak yaparak ömür boyu bila bedel müvekkiline ait gayrimenkulü kullanabileceği iddiasında olduğunu, davalının iyi niyeti aşacak biçimde 8 yıldır gayrimenkulde bila bedel ikamet ettiğini belirterek, gayrimenkulün tümü bakımından elatmanın önlenmesine, davalının 1/2 hissesinin kullanımı için geçmiş beş yıllık ecrimisile hükmedilmesini talep ve dava etmiştir.
II.CEVAP:
Davalı vekili; taşınmazın sadece davalı tarafından değil müşterek çocukları tarafından da kullanıldığını, protokole göre taşınmazda oturma süresinin süresiz olduğunu, geriye dönük ecrimisil taleplerini kabul etmediklerini beyan ederek davanın reddini savunmuştur.
III.İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI:
İzmir 11. Asliye Hukuk Mahkemesinin 12/03/2019 tarih 2018/216 Esas, 2019/147 sayılı Kararı ile, kesinleşen boşanma dosyasındaki protokolün 4. maddesi gereğince dava konusu konutun davalı ve müşterek çocuklar tarafından kullanıldığı, dava koşullarının oluşmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
IV.BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ KARARI:
İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi 16/12/2020 tarih, 2019/1387 Esas, 2020/956 sayılı Kararıyla, davacı vekilince yapılan istinaf başvurusunun HMK 353/1-b-1 maddesi gereğince esastan reddine karar verilmiştir.
V.TEMYİZ:
1.Temyiz Eden:
Hükmü, davacı vekili ile katılma yoluyla davalı vekili temyiz etmiştir.
2.Temyiz Nedenleri:
Davacı vekili; boşanma sonrası taşınmazda davalının ömür boyu bedelsiz oturmasının söz konusu olamayacağını, kararın bozulmasını talep etmiştir.
Davalı vekili; bölge adliye mahkemesinin istinaf taleplerini incelemeden, maddi hataya dayalı karar verdiğini, kararı bu yönüyle temyiz ettiklerini, istinaf itirazlarının olumlu veya olumsuz şekilde karara bağlanmadığını, müdahalenin men’i yönünden yerel mahkemece red kararı verilmiş olup bu hususta harcın tamamlatılmadığını ve davalı lehine vekalet ücreti hesaplanmadığını, karşı davaları süresinde açılmadığından yerel mahkemece HMK’nın 133. maddesi gereği davaların ayrılmasına karar verilip karşı davanın ayrı bir esas numarasına kaydedilmesi gerektiği gerekçesiyle hükmün bozulmasını talep etmiştir.
VI.GEREKÇE:
1.Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme:
Dava, elatmanın önlenmesi ve ecrimisil istemine ilişkindir.
2.İlgili Hukuk:
Somut olayda, davacının boşandığı eşine yönelik el atmanın önlenmesi ve ecrimisil talep ettiği anlaşılmaktadır.
Gerek öğretide ve gerekse yargısal uygulamalarda ifade edildiği üzere; ecrimisil, diğer bir deyişle haksız işgal tazminatı, zilyet olmayan hak sahibinin, hak sahibi olmayan kötüniyetli zilyetten isteyebileceği bir tazminat olup, 08.03.1950 tarihli ve 22/4 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında; fuzuli işgalin tarafların karşılıklı birbirine uygun iradeleri ile kurduğu kira sözleşmesine benzetilemeyeceği, niteliği itibarı ile haksız bir eylem sayılması gerektiği, haksız işgal nedeniyle oluşan zararın tazmin edilmesi gerekeceği vurgulanmıştır.
Hemen belirtilmelidir ki; iddianın içeriği ve ileri sürülüş biçiminden, davanın taşınmaz malın aynına ilişkin olduğu ve konusunu oluşturan hakkın para ile değerlendirilmesinin mümkün bulunduğu; böyle bir davada, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 413. ve 492 sayılı Harçlar Kanununun 16. maddeleri uyarınca dava değerinin ve buna göre alınacak harcın, el atılan yerin değeri ile talep edilen ecrimisil toplamından ibaret olacağı kuşkusuzdur (4.3.1953 tarihli ve 10/2 sayılı İBK).
3. Değerlendirme
3.1. Dosya muhtevasına, dava evrakı ile yargılama tutanakları münderecatına göre, mahkemece mevcut deliller takdir edilerek karar verildiğinden ve asıl davada davanın reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmadığından, davacı vekilinin temyiz itirazları yerinde görülmemiş, reddi gerekmiştir.
3.2. Davalı vekilinin temyiz itirazlarına gelince; davalı vekili tarafından yerel mahkeme hükmü, 06/05/2019 tarihinde istinaf yoluna başvurma harcı yatırılarak istinaf edilmiştir. Ancak bölge adliye mahkemesince, davalı vekilinin istinaf itirazları hakkında bir karar verilmemiştir. Hal böyle olunca; davalı vekilinin asıl davaya yönelik ve süresinde açılmadığı tespit edilen karşı davasına yönelik istinaf itirazları hakkında olumlu veya olumsuz bir karar verilmesi gerekirken yalnızca davacı vekilinin istinaf itirazları hakkında bir değerlendirme yapılıp karar verilmesi doğru görülmemiş, davalı vekilinin istinaf itirazları hakkında bir karar vermek üzere İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesinin 16/12/2020 tarihli 2019/1387 Esas, 2020/956 Karar sayılı ilamının bozulmasına karar vermek gerekmiştir.
VII.SONUÇ:
Yukarıda 3.1. bentte açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının REDDİNE, 3.2. bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin katılma yolu ile ileri sürdüğü temyiz itirazlarının kabulü ile Hukuk Muhakemeleri Kanununun 373/2. maddesi uyarınca Bölge Adliye Mahkemesi kararının BOZULMASINA, dosyanın kararı veren BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİNE GÖNDERİLMESİNE, peşin yatırılan harcın yatırana iadesine, 17/10/2022 tarihinde oy birliği ile karar verildi.
HMK Madde 133 Karşı dava açılması ve süresi
Yargıtay İçtihatları
Yargıtay 6. Hukuk Dairesi 2021/6030E. , 2022/4660K.
- HMK Madde 133
- Karşı dava açılması ve süresi
MAHKEMESİ :Ticaret Mahkemesi
Taraflar arasındaki menfi tespit davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın hüküm tesisine yer olmadığına yönelik verilen hüküm süresi içinde davalı vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.
– K A R A R –
Dava menfi tespit istemine ilişkindir.
Davacı vekili; müvekkili ile davalı şirket arasında “… 500 Kişilik Öğrenci Yurdu İnşaatı Elektrik Tesisatı ve Mekanik Tesisat” işine dair taşeronluk sözleşmesi imzalandığını, sözleşmenin 9. maddesi gereği 500.000,00 TL’lik teminat çeki verildiğini, yine yanlar arasında “… Hastanesine Bağlı … Devlet Hastanesi Ek Binası İnşaatı Elektrik Tesisatı ve Mekanik Tesisat” işine dair sözleşme imzalandığını, bu sözleşmenin 9. maddesi gereğince de 750.000,00 TL bedelli teminat çeki verildiğini, müvekkilinin üzerine düşen edimleri eksiksiz şekilde yerine getirmesine rağmen teminat çeklerinin iade edilmediğini, çeklerin anlaşmaya aykırı olarak icra takibine konulduğunu ileri sürerek, Ankara 29. İcra Dairesinin 2010/3843 sayılı icra dosyası ile takibe konulan 30.01.2010 keşide tarihli 750.000,00 TL ve 30.01.2010 keşide tarihli 500.000,00 TL bedelli çekler nedeniyle borçlu bulunmadığının tespitine, takibin iptali ile %40 oranında tazminata karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili; söz konusu çeklerin teminat çeki olmadığını, çeklerin davacının müvekkili şirkete olan borcu nedeniyle düzenlendiğini, süresinde ödenmemesi üzerine icra takibi başlatıldığını, çeklerin sözleşmeden kaynaklanan edimlerle ilgisi olmadığını, kaldı ki davacının müvekkili şirket ile yaptığı sözleşmeden kaynaklanan edimlerini de ifa edemediğini müvekkili firmanın idareye karşı taahhütlerini yerine getirmek zorunda olduğundan, davacının yarım bıraktığı işleri üçüncü kişilere yaptırdığını ve zarara uğradığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece; yanlar arasında “… 500 Kişilik Öğrenci Yurdu İnşaatı Elektrik Tesisatı ve Mekanik Tesisat” işi ve “… Hastanesine Bağlı … Devlet Hastanesi Ek Binası İnşaatı Elektrik Tesisatı ve Mekanik Tesisat” işi kapsamında sözleşme yapıldığı, her iki sözleşmenin 9. maddesine göre davacı taşeronun 500.000,00 TL ve 750.000,00 TL bedelli teminat çeklerini açık tarihli düzenleyip yükleniciye verilmesi ile, işin geçici kabulünün yapılmasından ve ilişiksiz belgesinin sunulmasından sonra taşerona iade edileceğinin kararlaştırıldığı, davacı hakkında 500.000,00 TL ve 750.000,00 TL bedelli iki ayrı çeke dayalı icra takibi başlatılmış ise de, takip dayanağı iki adet çekin sözleşmelerin teminatı amacı ile verildiğinin kabulü gerektiği, 10.06.2013 tarihli bilirkişi raporunda … 500 kişilik öğrenci yurdu inşaat işine ilişkin sözleşme kapsamında 3.554,24 TL eksik ve ayıplı imalat bulunduğu, … Hastanesine Bağlı … Devlet Hastanesi ek binası inşaatı elektrik tesisatı ve mekanik tesisatı işine dair sözleşme nedeniyle 5.370,19TL eksik iş olduğunun belirlendiği, davalı vekilince davacı adına dava dışı üçüncü kişilere, davacının işçilerine ve davacı adına Sosyal Güvenlik Kurumu’na (SGK) ödemeler yapıldığı gerekçesi ile itiraz etmiş ise de iddia edilen bu ödemelerin cevap dilekçesinde ileri sürülmediği, savunmanın genişletilmesi halinde karşı tarafın açık muvafakati bulunmadıkça dikkate alınmayacağı, ayrıca ödemelere ilişkin sunulan belgelerde davacı adına yapılmış bir ödeme bulunmadığı gibi ödemelerin davaya konu … ve …’de bulunan imalatlarla da ilgili olduğunun anlaşılamadığı, davacının … ve …’de sözleşme ile üstlendiği imalatların, işveren idare tarafından geçici ve kesin kabullerinin yapıldığı, idarece geçici kabul tutanağında belirtilen eksik ve kusurlu işlerden dolayı …’taki imalatlarla ilgili 3.554,24 TL, …’deki imalatlarla ilgili 5.370,19TL değerinde eksik ve ayıplı işlerin bulunduğu, eksik ve kusurlu imalat bedellerinin düşülmesinden sonra, davaya konu çeklerin bakiyelerinin davacı taşerona iade edileceği gerekçesiyle, davacının 30.01.2010 keşide tarihli 750.000,00 TL bedelli çekin 744.629,81TL’lik kısmından ve 30.01.2010 keşide tarihli 500.000,00 TL bedelli çekin 496.445,76TL’lik kısmından borçlu olmadığının tespitine, icra takibinin kötüniyetle yapıldığı ispatlanamadığından davacının kötüniyet tazminatı talebinin reddine karar verilmiştir.
Taraf vekillerinin temyizi üzerine karar, Yargıtay (Kapatılan) 15. Hukuk Dairesinin 16.11.2015 tarih ve 2015/2802 E., 2015/5758 K. sayılı kararının 1. bendiyle tarafların sair temyiz itirazları reddedilmiş, 2. bendinde davacı vekilinin diğer temyiz itirazları incelenmiş, taraflar arasında akdedilmiş ve feshedilmemiş sözleşmeler kapsamında kalan işler tamamlanmış olup, davalı yüklenici tarafça eksik ve kusurlu işlerin davacı taşeron tarafından tamamlanmadığı savunması kanıtlanamadığından, bilirkişiler kurulu raporunda geçici ve kesin kabul tutanaklarında belirlenen ve sonradan giderildiği anlaşılan eksik ve kusurlu işler bedelinin teminat çekleri bedelinden mahsubuna karar verilmesi doğru olmadığı belirtilmiş; 3. bendinde ise, davalı vekilinin diğer temyiz itirazları yönünden yapılan incelemede; davacı taşeronun, sözleşmesine göre kendi yükümlülüğünde olan işçi primlerini ödemeyerek bu primleri yüklenicinin ödemek zorunda bırakıldığı yönündeki itirazının, maddi vakıa olarak yüklenicinin katlanmış olduğu mali yükümlülüğün taşeron alacağından tenzil edilmesi talebi niteliğinde olduğu, bu bakımdan; davalı savunmasının mahsuplaşma itirazı niteliğinde bulunduğu kabul edilerek, konusunda uzman bir bilirkişiden bu belgeler ve ödemelerin dayanağı olan hesaplarla yapılan ödemelerin kimin borcuna ilişkin olduğu konusunda rapor almak, sonucuna göre, davacı taşeronun yükümlülüğünde olup, davalı yüklenici tarafından yapıldığı tespit edilen bir ödeme bulunması halinde, bu ödemelerin mahsubundan sonra kalan miktar yönünden menfi tespit kararı verilmesi gerektiği gerekçeleriyle bozulmuştur.
Mahkemece, dairemizin bozma kararının iki numaralı bendine uyulmasına, üç numaralı bendi yönünden ise oy çokluğu ile direnilmesine karar verilmiş, davacı taşeronun sorumluluğunda bulunan SGK işçi primlerinin ödendiği yönündeki savunmanın mahsup niteliğinde olduğu konusunda dairemiz ile uyuşmazlık bulunmadığı, uyuşmazlığın SGK işçi primleri ödemesine ilişkin mahsup talebinin def’i niteliğinde mi yoksa itiraz niteliğinde mi olduğu noktasında toplandığı, mahsubun hukuki niteliğine ilişkin Türk Borçlar Kanunu’nda ve 6100 sayılı HMK’da bir düzenleme bulunmadığı, ancak HMK’nın 132/1-a maddesine göre takas veya mahsup ilişkisinin bulunması hâlinde bu hususun açılacak karşı davada ileri sürülmesi gerektiği, HMK’nın 133. maddesine göre ise karşı davanın cevap dilekçesiyle veya esasa cevap süresi içerisinde ayrı bir dilekçe verilmek suretiyle açılabileceği, bu düzenlemeler dikkate alındığında mahsup talebinin açılacak bir karşı davada esasa cevap süresi içerisinde ileri sürülmemesi hâlinde mahkemece resen dikkate alınamayacağı, buna göre mahsup talebinin itiraz olmayıp def’i olduğunun kabulü gerektiği, def’i ise esasa cevap süresi içerisinde ileri sürülmediği takdirde savunmanın genişletilmesi yasağı kapsamında değerlendirilmesi gerektiği, ayrıca mahsubun itiraz olup savunmanın genişletilmesi yasağı kapsamında kalmadan davanın her aşamasında ileri sürülebileceği kabul edilse dahi, bozma kararında değerlendirilmemekle birlikte iddia edilen ödemelere ilişkin SGK’dan verilen müzekkere cevapları ile … ve …’de bulunan imalatlara ilişkin davalı tarafça bir ödeme yapılmadığının da sabit olduğu, dairemiz bozma kararının iki numaralı bendi dikkate alınarak değerlendirilme yapılması amacıyla bilirkişi incelemesi sonucu alınan raporda, dava konusu çeklerden dolayı davacının davalıya borcunun bulunmadığının belirtildiği, davacının sözleşmelerle kararlaştırılan yükümlülüklerini yerine getirdiği, eksik ve kusurlu işlerin taşeron tarafından tamamlandığı, aksi yöndeki savunmanın ispatlanamadığı gerekçesiyle her iki işe ilişkin davaya konu çekler yönünden davacının borçlu bulunmadığının tespitine, davacının kötü niyet tazminatı talebinin reddine karar verilmiştir.
Direnme kararı taraf vekillerince temyiz edilmiştir.
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu’nda incelenen uyuşmazlık, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 18.04.2019 tarih ve 2017/15-2073 E., 2019/479 K. sayılı kararı ile davacı vekilinin temyiz itirazlarının hukuki yarar yokluğundan reddine, davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesi uyarınca uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince bozulmasına, bozmaya uyulan kısım yönünden davalı vekilinin yeni hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 15. Hukuk Dairesi’ne gönderilmesine karar verilmiştir.
Yargıtay (Kapatılan) 15. Hukuk Dairesi’nin 21.11.2019 tarih 2019/3311 E., 2019/4764 K. sayılı kararı ile; mahkemenin, dairenin 16.11.2015 gün ve 2015/2802 Esas, 2015/5758 Karar sayılı bozma ilamının 2. bendine uyarak verdiği 29.09.2016 tarih ve 2016/128 Esas, 2016/553 Karar sayılı ilamının 2. bendindeki davacının hükümde belirtilen çeklerden dolayı borçsuzluğunun tespitine ilişkin hükmün onanmasına, direnme sonucu Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nca yapılan bozmadan sonra ilk derece mahkemesince bozma doğrultusunca dosyanın ele alınarak karar verileceğinin belirlenmesine karar verilmiştir.
Mahkemece bozmaya uyularak verilen üçüncü kararda, davacının menfi tespite konu talebi hakkında tesis edilen hükmün Yargıtay 15. Hukuk Dairesi’nin ilamı ile onanmak ve karar düzeltme isteminin reddine karar verilmek suretiyle 15.03.2021 tarihinde kesinleştiği, bu suretle davalının mahsup itirazı çerçevesinde yapılacak inceleme ile davaya konu çeklerden mahsubu gereken bir ödeme bulunması halinde dahi, işbu yargılamada çeklerden mahsup işleminin menfi tespite ilişkin kesinleşmiş karar nedeniyle yapılamayacağı, davalının mahsup itirazının kesinleşen ilam nedeniyle işbu yargılamada konusuz kaldığı, var ise alacağını ayrı bir davaya konu etmesi gerektiği gerekçesiyle, dava konusu çeklerden dolayı davacının borçsuzluğunun tespitine, davalının mahsup itirazı hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir.
Bu kararı davalı vekili temyiz etmiştir.
1-Dosyadaki yazılara ve mahkemece uyulan bozma kararı gereğince inceleme yapılarak hüküm verilmiş olmasına, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına ve bozmanın şümulü dışında kalarak kesinleşen cihetlere ait temyiz itirazlarının incelenmesinin artık mümkün olmamasına göre davalı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazları yerinde görülmemiş, reddi gerekmiştir.
2- Yargıtay (Kapatılan) 15. Hukuk Dairesi’nin 16.11.2015 tarih ve 2015/2802 E., 2015/5758 K. sayılı ilâmının 3. bendinde; “Davalı tarafça, yargılama sırasında cevap dilekçesinde ileri sürülmeyen belgeler ve daha sonra ibraz edilen belgelerle davacı taşeronun sigorta prim borçlarının ödendiği ileri sürüldüğünden, taşeronun işçilerinin sigorta prim ödemelerinin yüklenici tarafından yapıldığı savunması, hukuki niteliği itibariyle, aynı hukuki ilişkiden doğup, sözleşmelerin 13. maddeleri kapsamında taşeronun yüklenmiş olduğu bir edimin yüklenici tarafından yerine getirildiğinin iddia edilmiş olmasına göre, mahsup itirazı niteliğindedir. Mahkemenin, bu belgelerin dilekçeler aşamasından sonra ileri sürüldüğü ve savunmanın genişletilmesi yasağı kapsamında kaldığı gerekçesiyle incelenmesinin mümkün olmadığı yönündeki gerekçesi, bu açıklamalar doğrultusunda yerinde değildir. Mahkemece yapılacak iş; konusunda uzman bir bilirkişiden bu belgeler ve ödemelerin dayanağı olan hesaplarla yapılan ödemelerin kimin borcuna ilişkin olduğu konusunda rapor almak, sonucuna göre, davacı taşeronun yükümlülüğünde olup, davalı yüklenici tarafından yapıldığı tespit edilen bir ödeme bulunması halinde, bu ödemelerin mahsubundan sonra kalan miktar yönünden menfi tespit kararı verilmesinden ibarettir.” denmiştir. Bozma ilamının yukarıda açıklanan 3. bendine karşı verilen direnme kararı üzerine Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nca direnme kararı bozulmuş ve davalı vekilinin yeni hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 15. Hukuk Dairesi’ne gönderilmesine karar verilmiştir.
Yine Yargıtay (Kapatılan) 15. Hukuk Dairesi’nin 21.11.2019 tarih 2019/3311 E., 2019/4764 K. sayılı kararında direnme sonucu Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nca yapılan bozmadan sonra ilk derece mahkemesince bozma doğrultusunca dosyanın ele alınarak karar verileceği belirtilmiştir.
Mahkemece bozma ilâmına uyulmasına karar verildiği halde, bozma ilâmının gerekleri yerine getirilmemiş, davalı yüklenici tarafından yapıldığı tespit edilen bir ödeme bulunması halinde bu ödemelerin mahsubundan sonra kalan miktar yönünden menfi tespit istemi hakkında karar verilmesi gerekeceği hususu göz ardı edilerek, çeklerden mahsup işleminin menfi tespite ilişkin kesinleşmiş karar nedeniyle yapılamayacağı, davalının mahsup itirazının kesinleşen ilam nedeniyle işbu yargılamada konusuz kaldığı kabul edilerek davalının mahsup itirazı hakkında karar verilmesine yer olmadığına dair hüküm kurulmuştur. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulu’nun 09.05.1960 gün 21/9 sayılı kararı uyarınca, mahkemece Yargıtay bozma ilâmına uyulmakla lehine olan taraf için usulî kazanılmış hak oluşacağından, mahkemece bozma ilâmı uyarınca inceleme yapılması ve karar verilmesi zorunlu hale gelir. Somut olayda usulî kazanılmış hakkın istisnaları söz konusu değildir.
O halde mahkemece yapılacak iş; Yargıtay (Kapatılan) 15. Hukuk Dairesinin 16.11.2015 tarih ve 2015/2802 E., 2015/5758 Karar sayılı bozma ilâmı dikkate alınarak, konusunda uzman bir bilirkişiden bu belgeler ve ödemelerin dayanağı olan hesaplarla yapılan ödemelerin kimin borcuna ilişkin olduğu konusunda rapor almak, sonucuna göre: davacı taşeronun yükümlülüğünde olup, davalı yüklenici tarafından yapıldığı tespit edilen bir ödeme bulunup bulunmadığını tespit etmek, bulunması halinde, bu ödemelerin mahsubundan sonra kalan miktar yönünden menfi tespit kararı verilmesinden ibarettir.
Mahkemece bu hususlar üzerinde durulmadan eksik inceleme ve yanlış değerlendirme sonucu karar verilmesi doğru olmamış, kararın bozulması uygun bulunmuştur.
SONUÇ: Yukarıda 1. bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine, 2. bentte açıklanan nedenlerle kabulü ile hükmün davalı yararına BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde temyiz edene iadesine, karara karşı tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme isteminde bulunulabileceğine, 11.10.2022 gününde oy birliğiyle karar verildi.