Yargıtay İçtihatları, Avukat Murat ÖCAL, Bodrum Avukat, Datça Avukat, Marmaris Avukat, Fethiye Avukat, Çeşme Avukat, Aydın Avukat, Kuşadası Avukat, Alanya Avukat, Antalya Avukat, Adana Avukat, Mersin Avukat, Çeşme Avukat, Balıkesir Avukat, Çanakkale Avukat, Ankara Avukat, İstanbul Avukat, Yozgat Avukat, Sivas Avukat

Taraflarca Getirilme İlkesi

HMK Madde 25

(1) Kanunda öngörülen istisnalar dışında, hâkim, iki taraftan birinin söylemediği şeyi veya vakıaları kendiliğinden dikkate alamaz ve onları hatırlatabilecek davranışlarda dahi bulunamaz.

(2) Kanunla belirtilen durumlar dışında, hâkim, kendiliğinden delil toplayamaz.

6100 sayılı Kanunda Yer Alan Madde Gerekçesi

Maddede, dava malzemesi olan vakıaların, taraflarca getirilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Maddenin birinci fıkrası, 1086 sayılı Kanunun 75 inci maddesinin birinci fıkrasını karşılamaktadır. İkinci fıkra ise yeni bir hüküm olup, delillerin toplanması bakımından genel kuralı ifade etmektedir.

Maddede, 1086 sayılı Kanunun 75 inci maddesindeki “hatırlatacak hâllerde dahi bulunamaz” ibaresi muhafaza edilmiştir. Bununla yasaklanan husus, somut bir olaya, vakıaya işaret edilmesi, vakıa getirilmesinin telkin edilmesidir.

Hâkim, getirilen olayın olgularının, vakıalarının soyut hukuk normunun unsurlarını karşılamadığını beyan edebilecektir. Hâkimin vakıalar yönünden yetkin kılınması veya sınırlanması hususu, Tasarının 36 ncı maddesi ile birlikte değerlendirilmelidir. Maddede dava malzemesinin, davanın temelini teşkil eden vakıalar ve delillerin getirilmesi konusunda, tarafların mutlak yetkisi vurgulanmaktadır.

Maddenin ikinci fıkrası, 1086 sayılı Kanunun 75 inci maddesinin üçüncü fıkrasına nazaran dar kapsamlı olan ve hâkime yeni delil emredebilme yetkisi veren 36 ncı madde ile birlikte değerlendirilmelidir

HMK Madde 25 Taraflarca Getirilme İlkesi

Yargıtay İçtihatları

1. Hukuk Dairesi 2016/15491 E. , 2021/171 K.

  • HMK Madde 25
  • Taraflarca Getirilme İlkesi

Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalılar tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi … ‘ın raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;

KARAR

Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.

Davacılar, mirasbırakan …’a ait 5470, 5481, 5483, 6883, 247 ve 254 parsel sayılı taşınmazların davalılara muvazaalı olarak devredildiğini, halen onlar adına kayıtlı olduğunu, daha önce mirasbırakana iadesi istemli olarak … Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2013/37 Esas numarası ile açtıkları davanın açılmamış sayılmasına karar verildiğini, terekeye temsilci atanması suretiyle usuli eksikliğin giderildiğini, muris muvazaası iddiasının kanıtlandığını ileri sürerek, tapu kayıtlarının iptali ile mirasbırakan adına tescilini istemişlerdir.

Davalılar, mirasbırakanın 1970’li yılların başında davacı oğluna bir kısım taşınmazları bedelsiz verdiğini, davacının yurt dışında olması nedeniyle taşınmazların davacının eşi … adına tescil edildiğini, paylaştırmayı sağlamak amacıyla da bir kısım taşınmazların kendilerine devredildiğini, mirasbırakanın mal kaçırma amacıyla değil paylaştırma amacıyla hareket ettiğini belirterek, davanın reddini savunmuşlardır.

Mahkemece, iddianın kanıtlandığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

Mirasbırakan …’ın 10.11.1994 tarihinde öldüğü, geriye mirasçı olarak eşi … ve davacı oğlu …, davalı oğulları …, … ve … ile dava dışı çocuklarını ve torunlarını bıraktığı, mirasbırakanın terekesine temsilci olarak atanan …’nun eldeki davayı taşınmazların terekeye iadesi istemli olarak açtığı tapu kayıtlarından mirasbırakanın maliki olduğu dava konusu 247 sayılı parselde ayrı halde tescilli bulunan 594/3840, 33/960 ve 99/1920 payları, 254, 5470, 5481 ve 6559 ( ifrazen 6883 sayılı parsel oluşmuş ) sayılı parsellerdeki 1/3’er payları ve 5483 sayılı parseldeki 1/6 pay ile dava dışı 9 parça taşınmazdaki paylarını 02.12.1993 tarih ve 291 yevmiye numaralı akit ile davalı çocukları … ve …’a eşit oranda satış suretiyle temlik ettiği, davalılar … ve …’ün de 24.06.2002 tarihli akitle çekişmeli taşınmazlardaki bir kısım paylarını diğer davalı … …’a sattıkları anlaşılmaktadır.

Öte yandan, davalıların cevap dilekçesine ek olarak dosyaya sundukları tapu senetlerinden mirasbırakanın maliki olduğu 24 parça taşınmazdaki paylarını 24.04.1972 tarihinde davalılar … ve … ile dava dışı eşi … ve davacı …’in eşi …’ya eşit oranda bağış suretiyle devrettiği, davacı … tarafından kardeşleri …, … ve … aleyhine eldeki davaya konu taşınmazlar yönünden muris muvazaasına dayalı tapu kaydının iptali ile mirasbırakan adına tescil istemli olarak … Asliye Hukuk Mahkemesinin 2009/24 (bozma sonrası 2013/37 Esas) sırasında açtığı davada tereke temsilcisinin davayı takip etmediğinden bahisle davanın açılmamış sayılmasına karar verildiği, bu davada davalılar … ve …’ün davayı kabul etmediklerini, yapılan devir nedeniyle mirasbırakana bir bedel ödemediklerini, mirasbırakanın bu yerleri kendilerine verdiklerini beyan ettikleri, diğer davalı …’nın ise, davayı kabul etmediğini, söz konusu taşınmazların kendilerine intikal ettiğini ve mirasbırakandan satın aldıklarını, bazılarını ise kardeşlerinin satın aldığını beyan ettiği görülmektedir.

Bu tespitlerden sonra işin esası incelendiğinde;

Bilindiği üzere, “Taraflarca Getirilme İlkesi” başlığı altında düzenlenen 6100 sayılı HMK’nın 25. maddesi uyarınca re’sen araştırma ilkesinin geçerli olmadığı davalarda dava malzemelerinin toplanması ve mahkemeye sunulması taraflara aittir. Hakim kendiliğinden taraflarca ileri sürülmemiş vakıaları araştıramaz, hükmüne esas alamaz. Mahkeme, sadece tarafların getirdiği yada masrafını verip getirilmesini istediği delillere dayalı olarak hükmünü kurabilir.

Öte yandan, 4721 sayılı TMK’nin 6. maddesinde; “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür.” ve 6100 sayılı HMK’nin 190/1. maddesinde; “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir.” düzenlemelerine yer verilmiştir.

Eldeki dava, taraflarca getirilme ilkesine tabi olup, davanın niteliği gereği ispat yükü de davacı tarafa aittir.

Somut olayda, davacı taraf iddialarını ispat için daha önce aynı nedenle açılan … Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2013/37 Esas sayılı dava dosyasına dayanmış, başka herhangi bir delil de bildirmemiştir.

Yukarıda belirtildiği üzere, daha önce açılan … Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2013/37 Esas sayılı davasında davalıların davayı kabul etmedikleri, iki davalının devirlerin bedelsiz yapıldığını beyan ettikleri, eldeki davada ise tüm davalıların, mirasbırakanın davacı oğlu …’e de yer vermek için davacı …’in eşi …’ya da bedelsiz devirler yaptığını savundukları görülmüştür.

Bu aşamada önemle belirtmek gerekir ki, muris muvazaasının dayanağını teşkil eden 01.04.1974 tarih ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının uygulanabilmesi için mirasbırakanın mal kaçırma kastı ile hareket etmesi ve temlikin bu amaçla yapıldığının ispat edilmesi gerekmektedir.

Oysa, davacı taraf sadece davalıların çekişmeli taşınmazlardaki payları bedelsiz devir almalarına tutunmakla yetinmiştir. Ne var ki, muris muvazaası dayalı davalarda bedelsiz devir yapılması tek başına mirasbırakanın mal kaçırma kastı ile hareket ettiğini göstermez. Bu nedenle davacı taraf, eldeki davada iddialarını usulünce kanıtlayamamıştır.

Öte yandan, taraflarca getirilme ilkesinin geçerli olduğu bu davada, mahalli bilirkişi beyanlarının davanın kabulüne dayanak yapılması da olanaksızdır.

Hal böyle olunca, iddiaların kanıtlanamadığı gözetilerek davanın reddine karar verilmesi gerekirken, delillerin takdirinde yanılgıya düşülerek yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.

Kabule göre de, tapu sicilinin tutulmasında “doğru sicil oluşturma” ilkesine aykırı biçimde ifraz işlemiyle kaydı kapanan 247 parsel sayılı taşınmaz üzerinden hüküm kurulmuş olması da hatalıdır. Davalıların değinilen yönlerden yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 14/01/2021 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

HMK Madde 25 Taraflarca Getirilme İlkesi

Yargıtay İçtihatları

9. Hukuk Dairesi 2015/20641 E. , 2018/12547 K.

  • HMK Madde 25
  • Taraflarca Getirilme İlkesi

Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi davalılar avukatları tarafından istenilmekle, temyiz taleplerinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

YARGITAY KARARI

A) Davacı İsteminin Özeti: Davacı, 03/06/2008 tarihinde… Belediye Başkanlığıa bağlı kültür merkezinde çalışmaya başladığını, 31/12/2012 tarihine kadar çalıştığını, Belediye Başkanlığı’nın asıl işveren diğer davalının ise alt işveren olduğunu, iş sözleşmesinin işverence haksız şekilde fesh edildiğini ileri sürerek kıdem ve ihbar tazminatı ile fazla çalışma, hafta tatili, yıllık izin, ulusal bayram ve genel tatil alacaklarının tahsilini, istemiştir.

B) Davalı Cevabının Özeti: Davalı … vekili, davacı ile belediye arasında herhangi bir iş ilişkisi veya sözleşme bulunmadığını bu nedenle müvekkiline husumet yöneltilemeyeceğini, savunarak davanın reddini istemiştir. Davalı…Eğitim Org. Kağıtçılık San ve Tic. A.Ş vekili, davacının belirli süreli iş sözleşmesi ile çalışıp süre bitimi ayrıldığını bu nedenle kıdem ve ihbar tazminatına hak kazanmadığını, hak ettiği ücretlerinin ödendiğini ve alacağı bulunmadığını, savunarak davanın reddini istemiştir.

C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti: Mahkemece, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davacının, asıl işveren Belediyeye ait işyerinde diğer davalının alt işverenliğinde çalıştığı, her iki davalının asıl-alt işveren ilişkisi nedeniyle davacı alacaklarından sorumlu olduğu, iş sözleşmesinin davalı tarafça haksız şekilde fesh edildiği buna göre davacının kıdem ve ihbar tazminatına hak kazandığı ayrıca fazla çalışma, hafta tatili, yıllık izin ve genel tatil ücreti alacakları da olduğu, gerekçesi ile davanın kısmen kabulüne, karar verilmiştir.

D) Temyiz: Kararı davalılar temyiz etmiştir.

E) Gerekçe:

1- Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalıların aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.

2- Davacı taraf dava dilekçesinde fazla çalışma ve hafta tatili ile ilgili olarak, sabah 8.30 da iş başı yapıp haftanın 6 günü akşam 18.00’a kadar çalıştığını, ancak etkinlik çizelgelerinde görüleceği üzere her etkinlik ve kursiyer faaliyetleri bitene kadar ve Pazar günü de dahil olmak üzere kültür merkezinde bulunup kapanışa kadar çalıştığını, bu nedenle etkinlik olduğu zamanlarda kesintisiz 24 saat dinlenme imkanı verilmediğinden hafta tatili ücret alacağı da doğduğunu, belirtmiştir.

Davacı tanıkları çalışmanın haftada 6 gün süre ile 08.00,8.30-18.00 saatleri arasında olduğunu ancak çalışmanın haftanın 2-3 günü saat 23.00’a kadar uzadığını, yine Belediye etkinliği olması durumunda ayda 2 Pazar günü çalışma yapıldığını açıklamışlardır.

Mahkemece hükme esas alınan bilirkişi raporunda davacının haftada 3 gün süre ile 8.30-18.00 saatleri arasında 3 gün ise 8.30-22 .00 saatleri arasında çalışma yaptığı kabul edilerek fazla çalışma hesabı yapılmış ayrıca ayda 2 hafta pazar günü (7.gün) 5 saat fiili çalışma kabul edilerek 2,5 kat ücrete göre hesaplama yapılmıştır.

Davacının dava dilekçesindeki açıklamasına göre çalışma haftada 6 gün süre ile 8.30-18.00 saatleri arasında olup raporda haftanın 3 gün 8.30-.22.00 saatleri arasında çalışma kabulü 6100 sayılı HMK’nın 25. maddesine aykırıdır.

Yukarıda açıklanan nedenle fazla çalışma alacağı haftada 6 gün süre ile 8.30-18.00 saatleri arasında 1 saat ara dinlenmesi kabulü ile hesaplanmalıdır.

3- Hafta tatili talebi açısından yukarıdaki bentte belirtilen saptamalar geçerli olmak kaydı ile hafta tatili ücretine yönelik olarak davacı tarafından çalışmadan ödenmesi gereken 1 yevmiyenin ödenmediği iddiası bulunmadığından hafta tatili ücretinde, davacı temyizi olmayışı da dikkate alınarak, 5 saat üzerinden 1,5 kat sayı ile hesap yapılması gerekirken 2,5 kat ücrete göre hesaplama yapılması hatalıdır.

4- Davacı taleplerini ıslah ederken net rakamlara göre ıslah yapmış ve Mahkemece net rakamlardan hüküm kurulmuş ise de fazla çalışma, yıllık izin, hafta tatili ve genel tatil ücretlerinde brüt rakamlar nete çevrilirken toplam %15 … ve işsizlik primi kesintisi yapılmaması hatalıdır. Mahkemece yeni kurulacak hükümde davalı lehine oluşan usuli kazanılmış haklar da gözetilmelidir.

F) Sonuç: Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebeplerden dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine 04/06/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

HMK Madde 25 Taraflarca Getirilme İlkesi

Yargıtay İçtihatları

23. Hukuk Dairesi 2016/4267 E. , 2019/3155 K.

  • HMK Madde 25
  • Taraflarca Getirilme İlkesi

Taraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik verilen hükmün davacı vekilince duruşmalı olarak temyiz edilmesi üzerine ilgililere çağrı kağıdı gönderilmişti. Belli günde davacı vekili Avukat …gelmiş, tebligata rağmen başka gelen olmadığından onların yokluğunda duruşmaya başlanarak hazır bulunan avukatın sözlü açıklamaları dinlenildikten ve temyiz dilekçesinin süresinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.

KARAR

Davacı vekili, taraflar arasında imzalanan sözleşme kapsamında endeks okuma işleminin ifası sırasında davacı tarafından yapılan ve bedeli ödenmeyen “oku gel”, “bina yıkık”, “daire boş”, “kaçak”, “tüketimi olmayan”, “çeşitli nedenlele okunamayan” işlerin iş bedellerinin ödenmediğini ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile 20.000 TL’nin davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, iddia, savunma, benimsenen bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre sözleşmenin eki durumunda olan şartnamenin bütün hükümlerinin bağlayıcı olduğu, davacının tüm hak edişleri itiraz etmeden imzalamış olması nedeni ile “oku gel-durum kodu abonelere” işlerinin bedelini talep edemeyeceği, usulsüz ve kaçak bildirimleri ile ilgili değerlendirmeye alınan icmal tablolarının boş bırakılmış olup dava konusu edilen dönemlerle ilgili “usulsüz-kaçak” bildirimi yapılmadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.

Karar, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dava, tacirler arasız hizmet sözleşmesi uyarınca alacak istemine ilişkindir.

6100 S. HMK’nın 25. maddesi uyarınca “Kanunda öngörülen istisnalar dışında, hâkim, iki taraftan birinin söylemediği şeyi veya vakıaları kendiliğinden dikkate alamaz ve onları hatırlatabilecek davranışlarda dahi bulunamaz.” ve “ Kanunla belirtilen durumlar dışında, hâkim, kendiliğinden delil toplayamaz”. KİK Hizmet İşleri Genel Şartnamesinin 42. maddesinde geçici hak edişlere itirazın ne şekilde yapılacağı açıkça düzenlenmiş olup, bu hüküm sözleşme hükmüdür. Emredici yasa kuralları veya kamu düzenine ilişkin hakimin kendiliğinden nazara alabileceği bir düzenleme veya hüküm niteliğinde değildir.

Bu nedenle davalı bu durumu savunmasında ileri sürmediğinden mahkemece re’sen nazara alınmaz. Bu durumda davacının sözleşme edimlerini yerine getirdiği ve bedelini talep ettiği hizmeti verdiğinin sabit olması halinde davanın kabulü gerekeceği dikkate alınarak bir hüküm verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmamıştır.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün, anılan davacı yararına BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde davacıya iadesine, Yargıtay duruşmasında vekille temsil olunan davacı yararına takdir olunan 2.037,00 TL duruşma vekalet ücretinin davalıdan alınarak, davacıya verilmesine, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 02.07.2019 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

HMK Madde 25 Taraflarca Getirilme İlkesi

Yargıtay İçtihatları

Hukuk Genel Kurulu 2017/1247 E. , 2020/47 K.

  • HMK Madde 25
  • Taraflarca Getirilme İlkesi

1. Taraflar arasındaki “tapu iptali ve tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Düzce 2. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar davacılar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü.

I. YARGILAMA SÜRECİ Davacılar İstemi:

4. Davacılar vekili 23.11.2011 tarihli dava dilekçesinde; tarafların kardeş olduklarını, babaları muris …’ın 2006 yılında vefat ettiğini, sağlığında üzerinde ev bulunan 9150 m2 büyüklüğündeki 366 parsel sayılı taşınmazını kendisi ile birlikte oturan küçük oğlu …’a 08.07.2003 tarihinde satış suretiyle devrettiğini, ancak görünüşte satış biçiminde yapılan devrin gerçekte bağış olduğunu, murisin diğer mirasçılardan mal kaçırmak amacıyla muvazaalı olarak bu işlemi yaptığını, mirasbırakanın mal satmasını gerektirir makul bir sebebin bulunmadığı gibi davalının da taşınmazı satın alacak ekonomik gücünün bulunmadığını, satış bedeli ile gerçek değer arasında önemli fark bulunduğunu ileri sürerek, davacıların miras payları oranında tapu iptali ve tescil isteminde bulunmuştur.

Davalı Cevabı:

5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; müvekkilinin 25 yıldır fırıncılık yaptığını, anne ve babası ile aynı evde yaşadığını, annesinin son 4-5 yılını yatalak ve felçli olarak geçirdiğini, bu süreçte davacı …’ın Almanya’da olup maddi ve manevi olarak anne ve babası ile ilgilenmediğini, davalının çalışarak biriktirdiği para ile kendi ailesine baktığı gibi anne ve babasının geçimini de sağladığını, dava konusu taşınmaza bina inşa ederek birinci katını kendi imkânları ile tamamladığını, murisin taşınmazı satacağını elde edeceği para ile de kendisi ve eşinin bakım masraflarını karşılayacağını söylemesi üzerine davalının başkasına gitmemesi, anne ve babasının evsiz kalmaması için taşınmazı alarak onlarla aynı evde yaşamaya devam ettiğini savunarak, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

İlk Derece Mahkemesi Kararı:

6. Düzce 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 19.12.2013 tarihli ve 2011/394 E., 2013/696 K. sayılı kararı ile; ölünceye kadar bakma sözleşmesinin taraflara karşılıklı borç yükleyen ivazlı sözleşmelerden olduğu, diğer taraftan evladın elverdiğince ebeveynine bakıp yardım etmesi ahlâki bir görev ise de görev sınırının aşıldığı, ana ve babanın normal bakımın ötesinde ihtimama muhtaç olduğu durumlarda evladın yaptığı hizmetin karşılığında bir şey istemesinin hukuka uygun düşeceği, böyle bir durumda temlikin ivazlı olduğunun kabulü gerekeceği, somut olayda özellikle taraf tanıklarının beyanlarına göre mirasbırakan ve eşinin ölümlerinden önce uzun bir süre felçli ve yatağa bağımlı olmaları nedeniyle bakıma muhtaç oldukları, bu süreçte ve öncesinde muris ve eşine davalının baktığı, her türlü ihtiyaçlarının davalı tarafından karşılandığı, maddi durumlarının iyi olmasına rağmen davacıların anne ve babalarına maddi ve manevi destekte bulunmadıkları, bu sebeple mirasbırakan ile aralarının açık olduğu, mirasbırakanın taşınmazı kendisi ve eşine bakması sebebiyle davalıya devrettiği, bu sebeple devrin ivazlı olduğu, içtihatlar dikkate alındığında satış bedelinin illa para olmasının gerekmediği, murisin iradesinin mümkün olduğunca korunması gerektiği, temlikteki asıl amacın mirasçıdan mal kaçırmak değil ölünceye kadar bakım sağlamak olduğu ve muvazaa ile illetli bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

7. Düzce 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacılar vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

8. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 19.02.2015 tarihli ve 2014/3070 E., 2015/2553 K. sayılı kararı ile; “…Somut olaya gelince, miras bırakanın mal satmaya ihtiyacının bulunmadığı, temlike konu taşınmaz dışında murisin başkaca mal varlığının olmadığı, bir kimsenin tek mal varlığını yaşam süreci içerisinde ihtiyacı olmadığı hâlde elden çıkarmasının yaşamın gerçeklerine ve hayatın olağan akışına uygun düştüğünün söylenemeyeceği, davalının satış bedelini ödediğini de kanıtlayamadığı, akitte gösterilen değer ile taşınmazın gerçek değeri arasında aşırı fiyat farkı olduğu hususları dosya kapsamı ile sabit olup bu olgular yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde değerlendirildiğinde mirasbırakanın temlikteki gerçek amacının mirasçıdan mal kaçırma olduğu ve temlikin muvazaalı olduğu kabul edilmelidir. Hâl böyle olunca; davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere hüküm tesisi isabetsizdir…”gerekçesi ve oy çokluğu ile bozulmuştur.

Direnme Kararı:

9. Düzce 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 04.06.2015 tarihli ve 2015/266 E., 2015/276 K. sayılı kararında, ilk hükümdeki gerekçelerle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

10. Direnme kararı süresi içinde davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; tarafların ortak murisi tarafından davalı oğluna satış suretiyle yapılan temlikin gerçekte diğer mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

12. Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir. Hemen belirtilmelidir ki; irade ve beyan arasında bilerek yaratılan uyumsuzluk şeklinde tanımlanan muvazaa, pozitif hukukumuzda 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 19. (mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 18.) maddesinde düzenlenmiş ve anılan maddede, “Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır.” hükmüne yer verilmiştir.

13. Buna göre muvazaa; tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile ve fakat kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmalarıdır, şeklinde tanımlanabilir.

14. Muvazaa daha çok sözleşmenin yorumuyla ilgili olduğundan, öğreti ve uygulamada kapsamlı olarak incelenmiş ve belirli kurallara bağlanmıştır. Gerek öğretide ve gerekse uygulamada muvazaa, mutlak ve nispi muvazaa olarak iki gruba ayrılmaktadır; mutlak muvazaada taraflar herhangi bir hukuki işlem yapmayı (oluşturmayı) istemezler, yalnız görünüşte bir hukuki işlem için gerekli irade açıklamasında bulunurlar; nispi muvazaada ise taraflar gerçekten belli bir hukuki işlem yapmak isterler, ancak onu saklamak amacıyla, bir başka hukuki işlemin kurulduğu görüşünü yaratmak üzere irade açıklamasında bulunurlar.

15. Taraflar ister yalnız bir görünüş yaratmayı, ister ikinci bir gizli işlem yapmayı arzu etmiş olsunlar, görünüşteki (zahiri) işlem tarafların gerçek iradelerine uymadığından, ilke olarak herhangi bir sonuç doğurmaz. Muvazaada görünüşteki işlemin her türlü hukuki sonuçtan yoksun olması, tarafların ortak iradelerinin bu yolda olmasından kaynaklanmaktadır.

16. Eldeki davanın konusunu oluşturan ve “muris muvazaası” olarak isimlendirilen muvazaa türünün ise Türk Hukukunda büyük bir yeri ve önemi vardır. Muvazaa davalarının büyük bölümü muris muvazaasına ilişkin bulunmaktadır.

17. Az yukarıda açıklanan Türk Borçlar Kanunu’nun genel hükmü dışında muris muvazaasına ilişkin bir düzenleme kanunlarımızda yer almamaktadır. Muris muvazaası kaynağını daha çok Yargıtay İçtihatlarından ve bilimsel görüşlerden almakta ise de esas kaynağını 1.4.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararı oluşturmaktadır.

18. 1.4.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ile “Bir kimsenin; mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapu sicilinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmiş bulunması halinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların, görünürdeki satış sözleşmesinin Borçlar Kanunu’nun 18. maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabileceklerine ve bu dava hakkının geçerli sözleşmeler için söz konusu olan Medeni Kanunun 507 ve 603. maddelerinin sağladığı haklara etkili olmayacağına” karar verilmiştir.

19. 1.4.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı, mirasbırakanın tapulu taşınmazlarının temliklerinde yaptığı muvazaalı işlemlere ilişkindir.

20. Muris muvazaasında, mirasbırakan ile sözleşmenin karşı tarafı, aralarında yaptıkları bağış sözleşmesini genellikle satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile gizlemektedirler. Başka bir anlatımla, mirasbırakan ile karşı taraf malın gerçekten temliki hususunda anlaşmışlardır. Görünüşteki ve gizlenen sözleşmelerin her ikisinde de samimi olarak temlik istenmektedir. Ne var ki, görünüşteki satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesinin vasfı (niteliği) muvazaalı sözleşme ile değiştirilmekte, ayrıca gizli bir bağış sözleşmesi düzenlenmektedir. Görünüşteki sözleşmenin vasfı (niteliği) tamamen değiştirildiğinden, muris muvazaası aynı zamanda “tam muvazaa” özelliği de taşınmaktadır.

21. Muris muvazaasını öteki nispi muvazaalardan ayıran unsur ise mirasçıları aldatmak amacıyla yapılmasıdır. Daha açık bir anlatımla, 1.4.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği üzere bu muvazaa türünde mirasbırakan, mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapuda kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu memuru önünde iradesini satış veya ölünceye kadar bakma akdi şeklinde açıklamaktadır.

22. Bu nedenle, mirasbırakanın muvazaalı işlemi yaparken gerçek irade ve amacı mirasçılarından mal kaçırmak olmalıdır. Murisin mirasçılarından mal kaçırma amacının bulunmaması hâlinde 1.4.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının uygulama olanağı bulunmamaktadır.

23. Bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi de davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün, diğer bir söyleyişle mirasbırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır.

24. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması ise genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşınmaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, mirasbırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile mirasbırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.

25. Tüm bu açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında; davaya konu taşınmaz 1933 doğumlu muris … adına kayıtlı iken 08.07.2003 tarihinde ve 7.600.000.000TL bedelle muris tarafından davalı oğlu Hayrettin’e satış suretiyle temlik edilmiştir. Eldeki dava ise murisin diğer oğulları Nurettin, Abdurrahim ve Yücel tarafından açılmıştır.

26. Dosyada dinlenen tanık beyanlarından; davalının evlendikten sonra anne ve babası ile birlikte yaşamaya devam ettiği, akciğer kanseri olması nedeniyle tedavi gören ve yine beş yıl boyunca cezaevinde kalan babasının bakım ve ihtiyaçları ile ilgilendiği gibi bu süreçte yatağa bağımlı olan annesine de baktığı anlaşılmaktadır.

27. Tarafların kardeşi olan tanık Hamiyet Yıldız’ın beyanına göre mirasbırakan ölmeden önceki son dört yılını felçli olarak geçirmiş olup, ölünceye kadar anne ve babası ile birlikte oturan ve onların her türlü ihtiyaçları ile ilgilenen davalının, yaşlarının ilerleyip hasta ve bakıma muhtaç oldukları zor dönemlerinde de anne ve babasını yalnız bırakmayarak bakım ve ihtiyaçlarını temin ettiği, davacı çocuklarının ise gerekli ilgiyi göstermedikleri, ziyarete dahi gelmedikleri anlaşılmaktadır.

28. Olayların bu gelişimi; kanser tedavisi gören, beş yıl boyunca cezaevinde kalan ve ölmeden önceki son dört yılını felçli olarak geçiren murisin diğer mirasçılarından mal kaçırmak amacıyla değil de davalı oğlunun gerek kendisi gerekse eşine o güne kadar sağladığı bakım ve desteğin yarattığı minnet duygusu ve yine ileride de bakacağı düşüncesiyle temlikte bulunduğunu göstermektedir. Nitekim, temlik tarihinden sonra da muris ve eşine davalının baktığı dosya kapsamı ile sabittir.

29. Diğer taraftan, cevap dilekçesi bir bütün olarak değerlendirildiğinde bakım savunmasında bulunan davalının, son dört yılını felçli olarak geçiren babasına sağladığı bakımın normal bir bakım olarak kabul edilemeyeceği, özel bir bakım ve destek sağladığı, böyle olunca eldeki davada davalının bu hizmetinin semen olarak değerlendirilmesi hukuka uygun düşeceğinden, yapılan temlikin ivazlı olduğunun da kabulü gerekmektedir.

30. Nitekim, Hukuk Genel Kurulunun 28.04.2009 tarihli ve 2009/1-130 E., 2009/150 K.; 16.06.2010 tarihli ve 2010/1-295 E., 2010/333 K. ile 23.05.2019 tarihli ve 2017/1-1263 E., 2019/603 K. sayılı kararlarında da özel bakım ve hizmetin semen olarak değerlendirilmesi gerektiği hususu benimsenmiştir.

31. Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında, somut olayda mirasbırakanın içinde oturduğu evi bulunan ve tek gelir kaynağı olan taşınmazını birlikte yaşadığı oğluna satmasını gerektirir haklı bir nedeninin bulunmadığı, taşınmazı satın aldığını savunan davalının da satış bedeli ödediğini kanıtlayamadığı, devrin bakım karşılığı yapıldığı yönünde de bir savunmanın bulunmadığı, ayrıca murisin özel bir bakım ihtiyacı içinde olduğu yönünde de bir delilin olmadığı, ayrıca mirasbırakanın diğer oğulları ile arasının açık olduğu gözetildiğinde dava konusu taşınmazın mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olarak temlik edildiği, böyle olunca da direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

32. Hâl böyle olunca, yerel mahkemenin davanın reddine ilişkin olarak verdiği direnme kararı açıklanan gerekçeler karşısında yerindedir.

33. Usul ve yasaya uygun olan direnme kararının onanması gerekir. IV. SONUÇ: Açıklanan nedenlerle; Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının ONANMASINA, gerekli temyiz ilam harcı peşin alındığından başka harç alınmasına yer olmadığına, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 23.01.2020 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil istemine ilişkindir.

1- Uyuşmazlık; tarafların ortak mirasbırakanı tarafından davalı oğluna yaptığı temlikin gerçekte diğer mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu iddiasının, dosya kapsamı ve toplanan delillere göre davacı tarafça kanıtlanıp kanıtlanamadığı noktasında toplanmaktadır.

2- İlk derece mahkemesince; evladın elverdiğince ebeveynine bakıp yardım etmesi ahlâki bir görev ise de görev sınırının aşıldığı, ana ve babanın normal bakımın ötesinde ihtimama muhtaç olduğu durumlarda, evladın bir şey istemesinin hukuka uygun düşeceği, böyle bir durumda temlikin ivazlı olduğunun kabulü gerekeceği somut olayda taraf tanıklarının beyanlarına göre mirasbırakan ve eşinin ölümlerinden önce uzunca bir süre felçli ve yatalak olmaları nedeniyle bakıma muhtaç oldukları, muris ve eşine önceden beri davalının baktığı, maddi durumlarının iyi olmasına rağmen davacıların anne ve babalarına maddi ve manevi destekte bulunmadıkları, bu sebeple murisle aralarının açık olduğu, murisin taşınmazı kendisi ve eşine bakması sebebiyle davalıya devrettiği, bu sebeple devrin ivazlı olduğu, içtihatlar dikkate alındığında satış bedelinin illa para olmasının gerekmediği, murisin iradesinin mümkün olduğunca korunması gerektiği, temlikteki asıl amacın mirasçıdan mal kaçırmak değil ölünceye kadar bakım sağlamak olduğu ve muvazaa ile illetli bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

3- Verilen kararın davacılar vekili tarafından temyizi üzerine Özel Dairece “… mirasbırakanın mal satmaya ihtiyacının bulunmadığı, temlike konu taşınmaz dışında murisin başkaca mal varlığının olmadığı, bir kimsenin tek mal varlığını yaşam süreci içerisinde ihtiyacı olmadığı halde elden çıkarmasının yaşamın gerçeklerine ve hayatın olağan akışına uygun düştüğünün söylenemeyeceği, davalının satış bedelini ödediğini de kanıtlayamadığı, akitte gösterilen değer ile taşınmazın gerçek değeri arasında aşırı fiyat farkı olduğu hususları dosya kapsamı ile sabit olup bu olgular yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde değerlendirildiğinde mirasbırakanın temlikteki amacının mirasçıdan mal kaçırma olduğu ve temlikin muvazaalı olduğu…. davanın kabulüne karar verilmesi gerektiği” gerekçesiyle karar oy çokluğu ile bozulmuş, karşı görüşte, “Resmi akitte gösterilen değer ile taşınmazın gerçek değeri arasındaki aşırı fark tek başına muris muvazaası yapıldığını kanıtlayamayacağı, mirasbırakanın herhangi bir sosyal güvencesi olmaması, bakımının davacı tarafından sağlanması, bakımında -koşulları varsa- bedel olarak kabulünün mümkün bulunmasına göre; muris muvazaası yapıldığının ispatlanamadığı…. Mahkeme kararının onanması ” gerektiği belirtilmiştir

4- Mahkemece önceki gerekçelerle direnme kararı verilmiş; karar davacılar vekilince temyiz edilmiştir.

5- Direnme kararının davacılar vekilince temyizi üzerine, Hukuk Genel Kurulu çoğunluk görüşü ile Özel Daire Bozma kararı benimsenerek, “ Mirasbırakanın davalıya yaptığı temlikin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı yapıldığının davacı tarafça kanıtlanamadığı” gerekçesi ile yerel mahkeme kararı onanmıştır.

6- Çoğunluk görüşüne, yasal düzenlemeler ile emsal içtihatlar yönünde iştirak edilmemiştir.

7- Uyuşmazlığın çözümünde, öncelikle muvazaa ve muris muvazaası kavramlarına bakmak gerekir.

8- Muvazaa; irade ve beyan arasında bilerek yaratılan uyumsuzluk şeklinde tanımlanmaktadır. Hukukumuzda muvazaa 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 19. (mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 18.) maddesinde düzenlenmiş ve anılan maddede, “Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır.” hükmüne yer verilmiştir. Bu yasal tanıma göre muvazaa; sözleşmenin taraflarının üçüncü kişileri aldatmak amacı ile kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm, sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmalarıdır, şeklinde tanımlanabilir. Muvazaa; gerek öğretide ve gerekse uygulamada, mutlak ve nispi muvazaa olarak iki gruba ayrılmaktadır; mutlak muvazaada taraflar herhangi bir hukuki işlem yapmayı (oluşturmayı) istemezler, yalnız görünüşte bir hukuki işlem için gerekli irade açıklamasında bulunurlar; nispi muvazaada ise taraflar gerçekten belli bir hukuki işlem yapmak isterler, ancak onu saklamak amacıyla, bir başka hukuki işlemin kurulduğu görüşünü yaratmak üzere irade açıklamasında bulunurlar. Taraflar ister yalnız bir görünüş yaratmayı, ister ikinci bir gizli işlem yapmayı arzu etmiş olsunlar, görünüşteki (zahiri) işlem tarafların gerçek iradelerine uymadığından, ilke olarak herhangi bir sonuç doğurmaz. Muvazaada görünüşteki işlemin her türlü hukuki sonuçtan yoksun olması, tarafların ortak iradelerinin bu yolda olmasından kaynaklanmaktadır.

9- Türk Borçlar Kanunu’nda, muvazaa ile ilgili belirtilen yasal ve genel hüküm dışında muris muvazaasına ilişkin bir düzenleme yer almamaktadır. Muris muvazaası kaynağını daha çok Yargıtay İçtihatlarından ve bilimsel görüşlerden almakta ise de esas hukuki dayanağını 1.4.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararı oluşturmaktadır. Yargıtay Büyük Genel Kurulunun 1.4.1974 tarihli ve 1/2 sayılı içtihadı Birleştirme Kararı ile “Bir kimsenin; mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapu sicilinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmiş bulunması halinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların, görünürdeki satış sözleşmesinin Borçlar Kanunu’nun 18. maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabileceklerine ve bu dava hakkının geçerli sözleşmeler için söz konusu olan Medeni Kanunun 507 ve 603. maddelerinin sağladığı haklara etkili olmayacağına” karar verilmiştir. 1.4.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı, mirasbırakanın tapulu taşınmazlarının temliklerinde yaptığı muvazaalı işlemlere ilişkindir. Muris muvazaasında, mirasbırakan ile sözleşmenin karşı tarafı, aralarında yaptıkları bağış sözleşmesini genellikle satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile gizlemektedirler. Mirasbırakan ile karşı taraf malın gerçekten temliki hususunda anlaşmışlardır. Görünüşteki ve gizlenen sözleşmelerin her ikisinde de samimi olarak tapulu taşınmazın temliki istenmektedir. Ne var ki, görünüşteki satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesinin vasfı (niteliği) muvazaalı sözleşme ile değiştirilmekte, ayrıca gizli bir bağış sözleşmesi düzenlenmektedir. Görünüşteki sözleşmenin vasfı (niteliği) tamamen değiştirildiğinden, muris muvazaası aynı zamanda “tam muvazaa” özelliği de taşınmaktadır. Muris muvazaasını öteki nispi muvazaalardan ayıran unsur mirasçıları aldatmak amacıyla yapılmasıdır. Daha açık bir anlatımla, 1.4.1974 tarihli ve 1/2 sayılı içtihadı Birleştirme Kararında açıkça belirtildiği üzere bu muvazaa türünde mirasbırakan, mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapuda kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu memuru önünde iradesini satış veya ölünceye kadar bakma akdi şeklinde açıklamaktadır. Bu nedenle, mirasbırakanın muvazaalı işlemi yaparken gerçek irade ve amacı, mirasçılarından mal kaçırmak olmalıdır.

10- Muris muvazaasının varlığından söz edilebilmesi için mirasbırakanın terekeden mal kaçırma amacıyla hareket etmesi gerekir. Murisin mirasçılarından mal kaçırma amacının bulunmaması hâlinde 1.4.1974 tarihli ve 1/2 sayılı içtihadı Birleştirme Kararının uygulama olanağı bulunmamaktadır. Bu nedenle, muris muvazaası iddiasına dayalı uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, mirasbırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılması, bu davaların esasını oluşturmaktadır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması ise genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşınmaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, mirasbırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile mirasbırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.

11- Muris muvazaasında, mirasbırakanın gerçek irade ve amacının mirasçılardan mal kaçırmak olduğunu, gerek 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 6. maddesindeki “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür” hükmü ve gerekse 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 190/1. maddesindeki “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir” hükmü uyarınca davacı taraf kanıtlamalıdır. Muris muvazaası davalarında; mirasbırakan tarafından yapılan temlikin muvazaalı ve terekeden mal kaçırma amacıyla yapıldığını ispat yükü davacı tarafa aittir. Taraflarca davada dayanılan delillerin az yukarıda açıklanan uygulamada yerleşen ilkelerden (ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, mirasbırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile mirasbırakan arasındaki beşeri ilişki) yararlanılmak suretiyle her somut olayın özelliğine göre değerlendirmesi gerekmektedir.

12- Dava konusu taşınmaz satış suretiyle devredilmiş, davalı da, satın alma savunmasında bulunmuştur. Mahkeme ve Özel Daire arasında, taşınmaz satış bedelinin para olarak davalı tarafından ödenmediği konusunda uyuşmazlık bulunmamaktadır. Yerel mahkeme, taşınmazın bakım karşılığı devredildiği ve bedelin bu şekilde ödendiğini kabul ederek önceki kararında direnmiştir. Bu aşamada, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunun, Yargılamaya Hâkim Olan ilkelerden, “Taraflarca getirilme İlkesi” ne bakmak gerekir. “Kanunda öngörülen istisnalar dışında, hakim, iki taraftan birinin söylemediği şeyi veya vakıaları kendiliğinden dikkate alamaz ve onları hatırlatabilecek davranışlarda dahi bulunamaz. Kanunda belirtilen durumlar dışında hâkim, kendiliğinden delil toplayamaz.”(HMK. m. 25)

13- Somut olgular ve yasal düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde; Somut olayda; tarafların ortak miras bırakanı Asım’ın evinin bulunduğu ve geçimini sağladığı fındıklık niteliğindeki tek taşınmazını birlikte yaşadığı davalı oğluna satış suretiyle devrettiği, davalı taşınmazı satın aldığını savunmuş ise de satış bedelinin para olarak ödendiğini kanıtlayamadığı, mahkemece, mirasbırakan ve eşinin uzun yıllar felçli ve yatalak oldukları, davalı tarafından bakıldıkları ve bakımın normal bakımı aşması nedeniyle bedelin bakım olarak ödendiği kabul edilmiş ise de, yargılamanın hiç bir aşamasında davalı babasının felçli ve yatalak olduğunu, normali aşan özel bir bakım yaptığı ve bu bakım karşılığı temlikin yapıldığını ileri sürlmemiştir. Davacı tanığı Cevdet, ölümünden önce son 1-2 yıl, tarafların kız kardeşi davalı tanığı Hamiyet son dört yıl mirasbırakanın felçli olduğunu, tarafların dayısı tanık Ömer kanser olduğunu belirtmişler ise de yatalak olduğu, normali aşan özel bir bakım yapıldığı ve yine normali aşan mirasbırakanın mal satmasını gerektirecek derecede tedavi harcaması yapıldığı, tedavi giderlerinin davalı tarafından karşılandığı ifade edilmediği gibi özel bakım ve tedavi giderleri ile ilgili dosyaya belge de sunulmamıştır. Mirasbırakanın mal satmasını gerektiren bir durum olduğu ve taşınmazı davalının satın aldığı, işlemin gerçek bir satış olduğu kanıtlanmamıştır. Mirasbırakanın ölünceye kadar, davalı küçük oğlu ile aynı evde yaşadığı, davacıların ise başka şehirlerde yaşadıkları, mirasbırakanın davacı oğulları ile küs olduğu taraf tanıklarınca ifade edilmiş, hatta davalı tanığı kız kardeş Hatice, mirasbırakanın davacıları evlatlıktan reddettiğini beyan etmiştir. Yerel mahkemece, murisin iradesinin korunması gerektiği belirtilmiş ise de; 01.04.1974 tarihli İçtihadı Birleştirme Kararında,” Miras Hukuku, mirasbırakanın iptali mümkün ölüme bağlı tasarruflarında bile onun son arzularına değer vermemiştir. (Medeni Kanunun md. 499 ve 500) Ölenin son arzularına saygı ilkesi, ancak onun hukuka uygun tasarrufları için söz konusudur. Bu bakımdan miras hukukunda ölenin son isteklerine saygısızlık gibi bir düşünce de kabul edilemez.” gerekçesine yer verilmiş olup İçtihadı Birleştirme Kararındaki yol gösterici nitelikteki bu gerekçeye göre, miras hukukunda miras bırakanın son arzusu gibi bir görüş kabul edilemez.

14-Sonuç: Mirasbırakanın, içinde oturduğu evi bulunan, tek gelir kaynağı olan taşınmazını, birlikte yaşadığı davalı oğluna satmasını gerektiren haklı ve makul bir nedenin varlığı kanıtlanamadığı gibi satın aldığı savunmasında bulunan davalının satış bedeli ödediği de kanıtlanmamıştır. Davalının, bakım karşılığı bedelin ödendiği yönünde bir savunması olmamasına ayrıca mirasbırakanın yatalak ve normali aşan bir bakım ihtiyacı içinde olduğu yönünde de savunma ve delil olmamasına rağmen mahkemenin bu gerekçeyle işlemin muvazaalı olmadığı görüşü HMK’nın 25. maddesine aykırıdır. Belirtilen nedenlerle, mirasbırakanın küs olduğu davacı çocuklarından mal kaçırmak amacıyla tek mal varlığını davalı oğluna bedelsiz ve muvazaalı olarak devrettiği, devrin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunun davacı delilleriyle kanıtlandığı, yerel mahkeme kararının bozulması gerektiğini düşündüğümüzden, sayın çoğunluğun hükmün onanması yönündeki görüşüne katılınmamıştır.

HMK Madde 25 Taraflarca Getirilme İlkesi

Yargıtay İçtihatları

Hukuk Genel Kurulu 2017/1247 E. , 2020/47 K.

  • HMK Madde 25
  • Taraflarca Getirilme İlkesi

1. Taraflar arasındaki “tapu iptali ve tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Düzce 2. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar davacılar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü.

I. YARGILAMA SÜRECİ Davacılar İstemi:

4. Davacılar vekili 23.11.2011 tarihli dava dilekçesinde; tarafların kardeş olduklarını, babaları muris …’ın 2006 yılında vefat ettiğini, sağlığında üzerinde ev bulunan 9150 m2 büyüklüğündeki 366 parsel sayılı taşınmazını kendisi ile birlikte oturan küçük oğlu …’a 08.07.2003 tarihinde satış suretiyle devrettiğini, ancak görünüşte satış biçiminde yapılan devrin gerçekte bağış olduğunu, murisin diğer mirasçılardan mal kaçırmak amacıyla muvazaalı olarak bu işlemi yaptığını, mirasbırakanın mal satmasını gerektirir makul bir sebebin bulunmadığı gibi davalının da taşınmazı satın alacak ekonomik gücünün bulunmadığını, satış bedeli ile gerçek değer arasında önemli fark bulunduğunu ileri sürerek, davacıların miras payları oranında tapu iptali ve tescil isteminde bulunmuştur.

Davalı Cevabı:

5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; müvekkilinin 25 yıldır fırıncılık yaptığını, anne ve babası ile aynı evde yaşadığını, annesinin son 4-5 yılını yatalak ve felçli olarak geçirdiğini, bu süreçte davacı …’ın Almanya’da olup maddi ve manevi olarak anne ve babası ile ilgilenmediğini, davalının çalışarak biriktirdiği para ile kendi ailesine baktığı gibi anne ve babasının geçimini de sağladığını, dava konusu taşınmaza bina inşa ederek birinci katını kendi imkânları ile tamamladığını, murisin taşınmazı satacağını elde edeceği para ile de kendisi ve eşinin bakım masraflarını karşılayacağını söylemesi üzerine davalının başkasına gitmemesi, anne ve babasının evsiz kalmaması için taşınmazı alarak onlarla aynı evde yaşamaya devam ettiğini savunarak, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

İlk Derece Mahkemesi Kararı:

6. Düzce 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 19.12.2013 tarihli ve 2011/394 E., 2013/696 K. sayılı kararı ile; ölünceye kadar bakma sözleşmesinin taraflara karşılıklı borç yükleyen ivazlı sözleşmelerden olduğu, diğer taraftan evladın elverdiğince ebeveynine bakıp yardım etmesi ahlâki bir görev ise de görev sınırının aşıldığı, ana ve babanın normal bakımın ötesinde ihtimama muhtaç olduğu durumlarda evladın yaptığı hizmetin karşılığında bir şey istemesinin hukuka uygun düşeceği, böyle bir durumda temlikin ivazlı olduğunun kabulü gerekeceği, somut olayda özellikle taraf tanıklarının beyanlarına göre mirasbırakan ve eşinin ölümlerinden önce uzun bir süre felçli ve yatağa bağımlı olmaları nedeniyle bakıma muhtaç oldukları, bu süreçte ve öncesinde muris ve eşine davalının baktığı, her türlü ihtiyaçlarının davalı tarafından karşılandığı, maddi durumlarının iyi olmasına rağmen davacıların anne ve babalarına maddi ve manevi destekte bulunmadıkları, bu sebeple mirasbırakan ile aralarının açık olduğu, mirasbırakanın taşınmazı kendisi ve eşine bakması sebebiyle davalıya devrettiği, bu sebeple devrin ivazlı olduğu, içtihatlar dikkate alındığında satış bedelinin illa para olmasının gerekmediği, murisin iradesinin mümkün olduğunca korunması gerektiği, temlikteki asıl amacın mirasçıdan mal kaçırmak değil ölünceye kadar bakım sağlamak olduğu ve muvazaa ile illetli bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

7. Düzce 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacılar vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

8. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 19.02.2015 tarihli ve 2014/3070 E., 2015/2553 K. sayılı kararı ile; “…Somut olaya gelince, miras bırakanın mal satmaya ihtiyacının bulunmadığı, temlike konu taşınmaz dışında murisin başkaca mal varlığının olmadığı, bir kimsenin tek mal varlığını yaşam süreci içerisinde ihtiyacı olmadığı hâlde elden çıkarmasının yaşamın gerçeklerine ve hayatın olağan akışına uygun düştüğünün söylenemeyeceği, davalının satış bedelini ödediğini de kanıtlayamadığı, akitte gösterilen değer ile taşınmazın gerçek değeri arasında aşırı fiyat farkı olduğu hususları dosya kapsamı ile sabit olup bu olgular yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde değerlendirildiğinde mirasbırakanın temlikteki gerçek amacının mirasçıdan mal kaçırma olduğu ve temlikin muvazaalı olduğu kabul edilmelidir. Hâl böyle olunca; davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere hüküm tesisi isabetsizdir…”gerekçesi ve oy çokluğu ile bozulmuştur.

Direnme Kararı:

9. Düzce 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 04.06.2015 tarihli ve 2015/266 E., 2015/276 K. sayılı kararında, ilk hükümdeki gerekçelerle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

10. Direnme kararı süresi içinde davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; tarafların ortak murisi tarafından davalı oğluna satış suretiyle yapılan temlikin gerçekte diğer mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

12. Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir. Hemen belirtilmelidir ki; irade ve beyan arasında bilerek yaratılan uyumsuzluk şeklinde tanımlanan muvazaa, pozitif hukukumuzda 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 19. (mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 18.) maddesinde düzenlenmiş ve anılan maddede, “Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır.” hükmüne yer verilmiştir.

13. Buna göre muvazaa; tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile ve fakat kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmalarıdır, şeklinde tanımlanabilir.

14. Muvazaa daha çok sözleşmenin yorumuyla ilgili olduğundan, öğreti ve uygulamada kapsamlı olarak incelenmiş ve belirli kurallara bağlanmıştır. Gerek öğretide ve gerekse uygulamada muvazaa, mutlak ve nispi muvazaa olarak iki gruba ayrılmaktadır; mutlak muvazaada taraflar herhangi bir hukuki işlem yapmayı (oluşturmayı) istemezler, yalnız görünüşte bir hukuki işlem için gerekli irade açıklamasında bulunurlar; nispi muvazaada ise taraflar gerçekten belli bir hukuki işlem yapmak isterler, ancak onu saklamak amacıyla, bir başka hukuki işlemin kurulduğu görüşünü yaratmak üzere irade açıklamasında bulunurlar.

15. Taraflar ister yalnız bir görünüş yaratmayı, ister ikinci bir gizli işlem yapmayı arzu etmiş olsunlar, görünüşteki (zahiri) işlem tarafların gerçek iradelerine uymadığından, ilke olarak herhangi bir sonuç doğurmaz. Muvazaada görünüşteki işlemin her türlü hukuki sonuçtan yoksun olması, tarafların ortak iradelerinin bu yolda olmasından kaynaklanmaktadır.

16. Eldeki davanın konusunu oluşturan ve “muris muvazaası” olarak isimlendirilen muvazaa türünün ise Türk Hukukunda büyük bir yeri ve önemi vardır. Muvazaa davalarının büyük bölümü muris muvazaasına ilişkin bulunmaktadır.

17. Az yukarıda açıklanan Türk Borçlar Kanunu’nun genel hükmü dışında muris muvazaasına ilişkin bir düzenleme kanunlarımızda yer almamaktadır. Muris muvazaası kaynağını daha çok Yargıtay İçtihatlarından ve bilimsel görüşlerden almakta ise de esas kaynağını 1.4.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararı oluşturmaktadır.

18. 1.4.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ile “Bir kimsenin; mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapu sicilinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmiş bulunması halinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların, görünürdeki satış sözleşmesinin Borçlar Kanunu’nun 18. maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabileceklerine ve bu dava hakkının geçerli sözleşmeler için söz konusu olan Medeni Kanunun 507 ve 603. maddelerinin sağladığı haklara etkili olmayacağına” karar verilmiştir.

19. 1.4.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı, mirasbırakanın tapulu taşınmazlarının temliklerinde yaptığı muvazaalı işlemlere ilişkindir.

20. Muris muvazaasında, mirasbırakan ile sözleşmenin karşı tarafı, aralarında yaptıkları bağış sözleşmesini genellikle satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile gizlemektedirler. Başka bir anlatımla, mirasbırakan ile karşı taraf malın gerçekten temliki hususunda anlaşmışlardır. Görünüşteki ve gizlenen sözleşmelerin her ikisinde de samimi olarak temlik istenmektedir. Ne var ki, görünüşteki satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesinin vasfı (niteliği) muvazaalı sözleşme ile değiştirilmekte, ayrıca gizli bir bağış sözleşmesi düzenlenmektedir. Görünüşteki sözleşmenin vasfı (niteliği) tamamen değiştirildiğinden, muris muvazaası aynı zamanda “tam muvazaa” özelliği de taşınmaktadır.

21. Muris muvazaasını öteki nispi muvazaalardan ayıran unsur ise mirasçıları aldatmak amacıyla yapılmasıdır. Daha açık bir anlatımla, 1.4.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği üzere bu muvazaa türünde mirasbırakan, mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapuda kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu memuru önünde iradesini satış veya ölünceye kadar bakma akdi şeklinde açıklamaktadır.

22. Bu nedenle, mirasbırakanın muvazaalı işlemi yaparken gerçek irade ve amacı mirasçılarından mal kaçırmak olmalıdır. Murisin mirasçılarından mal kaçırma amacının bulunmaması hâlinde 1.4.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının uygulama olanağı bulunmamaktadır.

23. Bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi de davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün, diğer bir söyleyişle mirasbırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır.

24. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması ise genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşınmaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, mirasbırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile mirasbırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.

25. Tüm bu açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında; davaya konu taşınmaz 1933 doğumlu muris … adına kayıtlı iken 08.07.2003 tarihinde ve 7.600.000.000TL bedelle muris tarafından davalı oğlu Hayrettin’e satış suretiyle temlik edilmiştir. Eldeki dava ise murisin diğer oğulları Nurettin, Abdurrahim ve Yücel tarafından açılmıştır.

26. Dosyada dinlenen tanık beyanlarından; davalının evlendikten sonra anne ve babası ile birlikte yaşamaya devam ettiği, akciğer kanseri olması nedeniyle tedavi gören ve yine beş yıl boyunca cezaevinde kalan babasının bakım ve ihtiyaçları ile ilgilendiği gibi bu süreçte yatağa bağımlı olan annesine de baktığı anlaşılmaktadır.

27. Tarafların kardeşi olan tanık Hamiyet Yıldız’ın beyanına göre mirasbırakan ölmeden önceki son dört yılını felçli olarak geçirmiş olup, ölünceye kadar anne ve babası ile birlikte oturan ve onların her türlü ihtiyaçları ile ilgilenen davalının, yaşlarının ilerleyip hasta ve bakıma muhtaç oldukları zor dönemlerinde de anne ve babasını yalnız bırakmayarak bakım ve ihtiyaçlarını temin ettiği, davacı çocuklarının ise gerekli ilgiyi göstermedikleri, ziyarete dahi gelmedikleri anlaşılmaktadır.

28. Olayların bu gelişimi; kanser tedavisi gören, beş yıl boyunca cezaevinde kalan ve ölmeden önceki son dört yılını felçli olarak geçiren murisin diğer mirasçılarından mal kaçırmak amacıyla değil de davalı oğlunun gerek kendisi gerekse eşine o güne kadar sağladığı bakım ve desteğin yarattığı minnet duygusu ve yine ileride de bakacağı düşüncesiyle temlikte bulunduğunu göstermektedir. Nitekim, temlik tarihinden sonra da muris ve eşine davalının baktığı dosya kapsamı ile sabittir.

29. Diğer taraftan, cevap dilekçesi bir bütün olarak değerlendirildiğinde bakım savunmasında bulunan davalının, son dört yılını felçli olarak geçiren babasına sağladığı bakımın normal bir bakım olarak kabul edilemeyeceği, özel bir bakım ve destek sağladığı, böyle olunca eldeki davada davalının bu hizmetinin semen olarak değerlendirilmesi hukuka uygun düşeceğinden, yapılan temlikin ivazlı olduğunun da kabulü gerekmektedir.

30. Nitekim, Hukuk Genel Kurulunun 28.04.2009 tarihli ve 2009/1-130 E., 2009/150 K.; 16.06.2010 tarihli ve 2010/1-295 E., 2010/333 K. ile 23.05.2019 tarihli ve 2017/1-1263 E., 2019/603 K. sayılı kararlarında da özel bakım ve hizmetin semen olarak değerlendirilmesi gerektiği hususu benimsenmiştir.

31. Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında, somut olayda mirasbırakanın içinde oturduğu evi bulunan ve tek gelir kaynağı olan taşınmazını birlikte yaşadığı oğluna satmasını gerektirir haklı bir nedeninin bulunmadığı, taşınmazı satın aldığını savunan davalının da satış bedeli ödediğini kanıtlayamadığı, devrin bakım karşılığı yapıldığı yönünde de bir savunmanın bulunmadığı, ayrıca murisin özel bir bakım ihtiyacı içinde olduğu yönünde de bir delilin olmadığı, ayrıca mirasbırakanın diğer oğulları ile arasının açık olduğu gözetildiğinde dava konusu taşınmazın mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olarak temlik edildiği, böyle olunca da direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

32. Hâl böyle olunca, yerel mahkemenin davanın reddine ilişkin olarak verdiği direnme kararı açıklanan gerekçeler karşısında yerindedir.

33. Usul ve yasaya uygun olan direnme kararının onanması gerekir. IV. SONUÇ: Açıklanan nedenlerle; Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının ONANMASINA, gerekli temyiz ilam harcı peşin alındığından başka harç alınmasına yer olmadığına, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 23.01.2020 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil istemine ilişkindir.

1- Uyuşmazlık; tarafların ortak mirasbırakanı tarafından davalı oğluna yaptığı temlikin gerçekte diğer mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu iddiasının, dosya kapsamı ve toplanan delillere göre davacı tarafça kanıtlanıp kanıtlanamadığı noktasında toplanmaktadır.

2- İlk derece mahkemesince; evladın elverdiğince ebeveynine bakıp yardım etmesi ahlâki bir görev ise de görev sınırının aşıldığı, ana ve babanın normal bakımın ötesinde ihtimama muhtaç olduğu durumlarda, evladın bir şey istemesinin hukuka uygun düşeceği, böyle bir durumda temlikin ivazlı olduğunun kabulü gerekeceği somut olayda taraf tanıklarının beyanlarına göre mirasbırakan ve eşinin ölümlerinden önce uzunca bir süre felçli ve yatalak olmaları nedeniyle bakıma muhtaç oldukları, muris ve eşine önceden beri davalının baktığı, maddi durumlarının iyi olmasına rağmen davacıların anne ve babalarına maddi ve manevi destekte bulunmadıkları, bu sebeple murisle aralarının açık olduğu, murisin taşınmazı kendisi ve eşine bakması sebebiyle davalıya devrettiği, bu sebeple devrin ivazlı olduğu, içtihatlar dikkate alındığında satış bedelinin illa para olmasının gerekmediği, murisin iradesinin mümkün olduğunca korunması gerektiği, temlikteki asıl amacın mirasçıdan mal kaçırmak değil ölünceye kadar bakım sağlamak olduğu ve muvazaa ile illetli bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

3- Verilen kararın davacılar vekili tarafından temyizi üzerine Özel Dairece “… mirasbırakanın mal satmaya ihtiyacının bulunmadığı, temlike konu taşınmaz dışında murisin başkaca mal varlığının olmadığı, bir kimsenin tek mal varlığını yaşam süreci içerisinde ihtiyacı olmadığı halde elden çıkarmasının yaşamın gerçeklerine ve hayatın olağan akışına uygun düştüğünün söylenemeyeceği, davalının satış bedelini ödediğini de kanıtlayamadığı, akitte gösterilen değer ile taşınmazın gerçek değeri arasında aşırı fiyat farkı olduğu hususları dosya kapsamı ile sabit olup bu olgular yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde değerlendirildiğinde mirasbırakanın temlikteki amacının mirasçıdan mal kaçırma olduğu ve temlikin muvazaalı olduğu…. davanın kabulüne karar verilmesi gerektiği” gerekçesiyle karar oy çokluğu ile bozulmuş, karşı görüşte, “Resmi akitte gösterilen değer ile taşınmazın gerçek değeri arasındaki aşırı fark tek başına muris muvazaası yapıldığını kanıtlayamayacağı, mirasbırakanın herhangi bir sosyal güvencesi olmaması, bakımının davacı tarafından sağlanması, bakımında -koşulları varsa- bedel olarak kabulünün mümkün bulunmasına göre; muris muvazaası yapıldığının ispatlanamadığı…. Mahkeme kararının onanması ” gerektiği belirtilmiştir

4- Mahkemece önceki gerekçelerle direnme kararı verilmiş; karar davacılar vekilince temyiz edilmiştir.

5- Direnme kararının davacılar vekilince temyizi üzerine, Hukuk Genel Kurulu çoğunluk görüşü ile Özel Daire Bozma kararı benimsenerek, “ Mirasbırakanın davalıya yaptığı temlikin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı yapıldığının davacı tarafça kanıtlanamadığı” gerekçesi ile yerel mahkeme kararı onanmıştır.

6- Çoğunluk görüşüne, yasal düzenlemeler ile emsal içtihatlar yönünde iştirak edilmemiştir.

7- Uyuşmazlığın çözümünde, öncelikle muvazaa ve muris muvazaası kavramlarına bakmak gerekir.

8- Muvazaa; irade ve beyan arasında bilerek yaratılan uyumsuzluk şeklinde tanımlanmaktadır. Hukukumuzda muvazaa 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 19. (mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 18.) maddesinde düzenlenmiş ve anılan maddede, “Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır.” hükmüne yer verilmiştir. Bu yasal tanıma göre muvazaa; sözleşmenin taraflarının üçüncü kişileri aldatmak amacı ile kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm, sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmalarıdır, şeklinde tanımlanabilir. Muvazaa; gerek öğretide ve gerekse uygulamada, mutlak ve nispi muvazaa olarak iki gruba ayrılmaktadır; mutlak muvazaada taraflar herhangi bir hukuki işlem yapmayı (oluşturmayı) istemezler, yalnız görünüşte bir hukuki işlem için gerekli irade açıklamasında bulunurlar; nispi muvazaada ise taraflar gerçekten belli bir hukuki işlem yapmak isterler, ancak onu saklamak amacıyla, bir başka hukuki işlemin kurulduğu görüşünü yaratmak üzere irade açıklamasında bulunurlar. Taraflar ister yalnız bir görünüş yaratmayı, ister ikinci bir gizli işlem yapmayı arzu etmiş olsunlar, görünüşteki (zahiri) işlem tarafların gerçek iradelerine uymadığından, ilke olarak herhangi bir sonuç doğurmaz. Muvazaada görünüşteki işlemin her türlü hukuki sonuçtan yoksun olması, tarafların ortak iradelerinin bu yolda olmasından kaynaklanmaktadır.

9- Türk Borçlar Kanunu’nda, muvazaa ile ilgili belirtilen yasal ve genel hüküm dışında muris muvazaasına ilişkin bir düzenleme yer almamaktadır. Muris muvazaası kaynağını daha çok Yargıtay İçtihatlarından ve bilimsel görüşlerden almakta ise de esas hukuki dayanağını 1.4.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararı oluşturmaktadır. Yargıtay Büyük Genel Kurulunun 1.4.1974 tarihli ve 1/2 sayılı içtihadı Birleştirme Kararı ile “Bir kimsenin; mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapu sicilinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmiş bulunması halinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların, görünürdeki satış sözleşmesinin Borçlar Kanunu’nun 18. maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabileceklerine ve bu dava hakkının geçerli sözleşmeler için söz konusu olan Medeni Kanunun 507 ve 603. maddelerinin sağladığı haklara etkili olmayacağına” karar verilmiştir. 1.4.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı, mirasbırakanın tapulu taşınmazlarının temliklerinde yaptığı muvazaalı işlemlere ilişkindir. Muris muvazaasında, mirasbırakan ile sözleşmenin karşı tarafı, aralarında yaptıkları bağış sözleşmesini genellikle satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile gizlemektedirler. Mirasbırakan ile karşı taraf malın gerçekten temliki hususunda anlaşmışlardır. Görünüşteki ve gizlenen sözleşmelerin her ikisinde de samimi olarak tapulu taşınmazın temliki istenmektedir. Ne var ki, görünüşteki satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesinin vasfı (niteliği) muvazaalı sözleşme ile değiştirilmekte, ayrıca gizli bir bağış sözleşmesi düzenlenmektedir. Görünüşteki sözleşmenin vasfı (niteliği) tamamen değiştirildiğinden, muris muvazaası aynı zamanda “tam muvazaa” özelliği de taşınmaktadır. Muris muvazaasını öteki nispi muvazaalardan ayıran unsur mirasçıları aldatmak amacıyla yapılmasıdır. Daha açık bir anlatımla, 1.4.1974 tarihli ve 1/2 sayılı içtihadı Birleştirme Kararında açıkça belirtildiği üzere bu muvazaa türünde mirasbırakan, mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapuda kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu memuru önünde iradesini satış veya ölünceye kadar bakma akdi şeklinde açıklamaktadır. Bu nedenle, mirasbırakanın muvazaalı işlemi yaparken gerçek irade ve amacı, mirasçılarından mal kaçırmak olmalıdır.

10- Muris muvazaasının varlığından söz edilebilmesi için mirasbırakanın terekeden mal kaçırma amacıyla hareket etmesi gerekir. Murisin mirasçılarından mal kaçırma amacının bulunmaması hâlinde 1.4.1974 tarihli ve 1/2 sayılı içtihadı Birleştirme Kararının uygulama olanağı bulunmamaktadır. Bu nedenle, muris muvazaası iddiasına dayalı uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, mirasbırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılması, bu davaların esasını oluşturmaktadır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması ise genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşınmaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, mirasbırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile mirasbırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.

11- Muris muvazaasında, mirasbırakanın gerçek irade ve amacının mirasçılardan mal kaçırmak olduğunu, gerek 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 6. maddesindeki “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür” hükmü ve gerekse 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 190/1. maddesindeki “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir” hükmü uyarınca davacı taraf kanıtlamalıdır. Muris muvazaası davalarında; mirasbırakan tarafından yapılan temlikin muvazaalı ve terekeden mal kaçırma amacıyla yapıldığını ispat yükü davacı tarafa aittir. Taraflarca davada dayanılan delillerin az yukarıda açıklanan uygulamada yerleşen ilkelerden (ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, mirasbırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile mirasbırakan arasındaki beşeri ilişki) yararlanılmak suretiyle her somut olayın özelliğine göre değerlendirmesi gerekmektedir.

12- Dava konusu taşınmaz satış suretiyle devredilmiş, davalı da, satın alma savunmasında bulunmuştur. Mahkeme ve Özel Daire arasında, taşınmaz satış bedelinin para olarak davalı tarafından ödenmediği konusunda uyuşmazlık bulunmamaktadır. Yerel mahkeme, taşınmazın bakım karşılığı devredildiği ve bedelin bu şekilde ödendiğini kabul ederek önceki kararında direnmiştir. Bu aşamada, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunun, Yargılamaya Hâkim Olan ilkelerden, “Taraflarca getirilme İlkesi” ne bakmak gerekir. “Kanunda öngörülen istisnalar dışında, hakim, iki taraftan birinin söylemediği şeyi veya vakıaları kendiliğinden dikkate alamaz ve onları hatırlatabilecek davranışlarda dahi bulunamaz. Kanunda belirtilen durumlar dışında hâkim, kendiliğinden delil toplayamaz.”(HMK. m. 25)

13- Somut olgular ve yasal düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde; Somut olayda; tarafların ortak miras bırakanı Asım’ın evinin bulunduğu ve geçimini sağladığı fındıklık niteliğindeki tek taşınmazını birlikte yaşadığı davalı oğluna satış suretiyle devrettiği, davalı taşınmazı satın aldığını savunmuş ise de satış bedelinin para olarak ödendiğini kanıtlayamadığı, mahkemece, mirasbırakan ve eşinin uzun yıllar felçli ve yatalak oldukları, davalı tarafından bakıldıkları ve bakımın normal bakımı aşması nedeniyle bedelin bakım olarak ödendiği kabul edilmiş ise de, yargılamanın hiç bir aşamasında davalı babasının felçli ve yatalak olduğunu, normali aşan özel bir bakım yaptığı ve bu bakım karşılığı temlikin yapıldığını ileri sürlmemiştir. Davacı tanığı Cevdet, ölümünden önce son 1-2 yıl, tarafların kız kardeşi davalı tanığı Hamiyet son dört yıl mirasbırakanın felçli olduğunu, tarafların dayısı tanık Ömer kanser olduğunu belirtmişler ise de yatalak olduğu, normali aşan özel bir bakım yapıldığı ve yine normali aşan mirasbırakanın mal satmasını gerektirecek derecede tedavi harcaması yapıldığı, tedavi giderlerinin davalı tarafından karşılandığı ifade edilmediği gibi özel bakım ve tedavi giderleri ile ilgili dosyaya belge de sunulmamıştır. Mirasbırakanın mal satmasını gerektiren bir durum olduğu ve taşınmazı davalının satın aldığı, işlemin gerçek bir satış olduğu kanıtlanmamıştır. Mirasbırakanın ölünceye kadar, davalı küçük oğlu ile aynı evde yaşadığı, davacıların ise başka şehirlerde yaşadıkları, mirasbırakanın davacı oğulları ile küs olduğu taraf tanıklarınca ifade edilmiş, hatta davalı tanığı kız kardeş Hatice, mirasbırakanın davacıları evlatlıktan reddettiğini beyan etmiştir. Yerel mahkemece, murisin iradesinin korunması gerektiği belirtilmiş ise de; 01.04.1974 tarihli İçtihadı Birleştirme Kararında,” Miras Hukuku, mirasbırakanın iptali mümkün ölüme bağlı tasarruflarında bile onun son arzularına değer vermemiştir. (Medeni Kanunun md. 499 ve 500) Ölenin son arzularına saygı ilkesi, ancak onun hukuka uygun tasarrufları için söz konusudur. Bu bakımdan miras hukukunda ölenin son isteklerine saygısızlık gibi bir düşünce de kabul edilemez.” gerekçesine yer verilmiş olup İçtihadı Birleştirme Kararındaki yol gösterici nitelikteki bu gerekçeye göre, miras hukukunda miras bırakanın son arzusu gibi bir görüş kabul edilemez.

14-Sonuç: Mirasbırakanın, içinde oturduğu evi bulunan, tek gelir kaynağı olan taşınmazını, birlikte yaşadığı davalı oğluna satmasını gerektiren haklı ve makul bir nedenin varlığı kanıtlanamadığı gibi satın aldığı savunmasında bulunan davalının satış bedeli ödediği de kanıtlanmamıştır. Davalının, bakım karşılığı bedelin ödendiği yönünde bir savunması olmamasına ayrıca mirasbırakanın yatalak ve normali aşan bir bakım ihtiyacı içinde olduğu yönünde de savunma ve delil olmamasına rağmen mahkemenin bu gerekçeyle işlemin muvazaalı olmadığı görüşü HMK’nın 25. maddesine aykırıdır. Belirtilen nedenlerle, mirasbırakanın küs olduğu davacı çocuklarından mal kaçırmak amacıyla tek mal varlığını davalı oğluna bedelsiz ve muvazaalı olarak devrettiği, devrin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunun davacı delilleriyle kanıtlandığı, yerel mahkeme kararının bozulması gerektiğini düşündüğümüzden, sayın çoğunluğun hükmün onanması yönündeki görüşüne katılınmamıştır.